Ecevit Gerçeği ve İkiyüzlülüğün Dayanılmaz Hafifliği

172 gündür yaşam destek ünitesine bağlı olarak bitkisel hayatta kalan eski Başbakanlardan Bülent Ecevit 5 Kasım akşamı vefat etti.

Ecevit; 18 Mayıs’ta Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin’in cenaze töreni sonrasında fenalaşmış ve GATA’ya kaldırılmıştı. Beyin kanaması geçirdiği tespit edilen ve 5 saatlik ameliyata alındığı tarihten bugüne derin koma durumundan çıkamayan Ecevit, gece saat 22.40’ta dolaşım ve solunum yetmezliği sonucu öldü.

Hiç şüphesiz Türkiye’deki son elli yıllık siyasi hayatta bütün bir toplumu derinden sarsan laik Kemalist devlet politikalarının fiiliyata geçirilmesinde Ecevit isminin ağırlıklı bir yeri vardır. Her ne kadar Ecevit için çokça merkez veya çevre siyasiler tarafından kullanılan “zarif üslubu ve dürüstlüğüyle rakiplerinin bile övgüsünü kazandı” türü klişe övgüler “tavan” yapmış olsa da “Ecevit’in Günah Defteri”nde hesabını veremeyeceği çok ağır veballer var. Bu sebeple Ecevit’in ölümünün ardından “Türkiye yasa boğuldu”, “halkımız gözyaşına boğuldu” vs gibi masa başı haberler olsa olsa toplumu güldürür.

27 Mayıs’tan 28 Şubat’a Darbelerin Parlattığı Ecevit Yıldızı

Türkiye’deki kerameti kendinden menkul sol’u, daha doğrusu Kemalizm’in sol versiyonunu temsil eden Ecevit, 1960-61’de 27 Mayıs ihtilalcileri tarafından oluşturulan Kurucu Meclis’te üyelik yaptı. 27 Mayıs 1960 ihtilali sonrasında kurdurulan İnönü Hükümeti’nde Çalışma Bakanı olarak 1965 yılına kadar görev aldı. Sık sık kendisi hakkında “askerin dayatmalarına karşı çıkan siyasetçi” yakıştırmaları yapılsa da, aktif siyasi hayata katıldığı 1960 yılından bugüne değin temelde Ecevit’in TSK’nın Kemalist siyasetine biraz sol biraz da demokratik makyaj yapmaktan öte bir misyonu olmadı.

Ecevit, Tek Parti dönemi diktatörü Milli Şef İnönü’nün yaşlanması ve buna bağlı olarak bunamasını fırsat bilerek 1972 yılında CHP Genel Başkanlığını ele geçirdi ve Karaoğlan namıyla Türkiye’de siyasi hayatta yerini aldı. Ecevit’in hayatında Ocak 1974’de kurulan CHP-MSP koalisyonunda ilk kez başbakan olması ve bu dönemde Kıbrıs Barış Harekatı kararını vermesi önemli dönemeçlerdir.

Çirkin Pazarlıkların, Dürüst Siyasetçisi!

Ecevit’in adından bahsederken yapılan en önemli manipülasyonlardan biri de “dürüstlük” vurgusudur. Oysaki Ecevit yakın siyasi tarihteki en çirkin siyasi pazarlıklardan birini, Güneş Motel’deki 11 milletvekilinin transferini ve II. MC Hükümetinin düşürülmesini tezgahlayan baş aktördür. Ocak 1978’de düşürülen hükümetin yerine 10’u transfer edilen milletvekillerinin bakan olarak yer aldığı Ecevit hükümeti bu defa yolsuzluklar yüzünden düştü. Ecevit’in siyasi hayata kazandırdığı bu siyasi transferler geleneğini RP-DYP koalisyon hükümetinin düşürülmesi için oluşturulan Demokrat Türkiye Partisi formülünün devreye sokulduğu 28 Şubat darbe sürecinde de görmüştük.

Askeri Darbelerin Demokratik Solcusu!

27 Mayıs’ta start alan Ecevit’in yükseliş trendi asıl olarak 28 Şubat darbe sürecinde tavan yaptı. TSK-MGK, TÜSİAD, Medya tarafından ana çizgileri oluşturulan Psikolojik Harekat Planlarını hayata geçirmekte en heveskar davranan siyasetçilerden birisi de Meclis’te 70 milletvekiline sahip olan DSP lideri Karaoğlan Ecevit’ti. Silahlı Bürokrasi tarafından oluşturulan siyasi kaos ortamlarının dumanlı havalarına tutkun bu “Kurt Siyasetçi” yakaladığı fırsatları en zahmetsiz biçimde azınlık hükümetinin Başbakanı olarak zirveye taşımayı başarmıştı yine.

Müslüman Kadına Had Bildirmeye Kalkışan Zorba:

FP milletvekili olarak Meclis’e giren Merve Kavakçı’nın 2 Mayıs 1999’da yemin törenine gelmesi üzerine ayağa kalkarak “dışarı” diye şirretçe tempo tutan DSP’li piyonlarından aldığı destekle “Cuş-u Huruş”a gelen Ecevit, kirli ve despot tarihine kaydedilecek şu konuşmayı yaptı:

” Burası, hiç kimsenin özel yaşam mekânı değildir; devletin en yüce kurumudur. Burada görev yapanlar, devletin kurallarına, geleneklerine uymak zorundadırlar. Burası, devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz!”

Ecevit’in canlı yayınla bütün toplumun ekranlarına yansıyan bu terbiyesiz, nezaket dışı ve despotik tarzı, tam da kendisine isnad edilen “şair ruhu”yla uyuşuyordu! İnce Ruhlu Siyaset Adamı Ecevit, Merve Kavakçı’nın şahsında Müslüman kadınlara karşı duyduğu kin ve nefreti sansürsüz bir biçimde kusma fırsatını nihayet yakalamıştı. Ayakta zor duran, sesi titreyen ihtiyar siyasetçinin Merve Kavakçı’nın şahsında İslamın değerlerine karşı ne kadar da haşin, hoyrat ve saygısız olduğu hafızalara kazındı.

Birinci Had Bildirimi: 3 Kasım Seçimleri

Siyaset yaşamı boyunca Ecevit tüm Kemalist kadrolar gibi halka ve İslam’a karşı laiklik başta olmak üzere ulus devleti ve resmi ideolojiyi savundu. Sol ve demokratik söylem ile milliyetçi sol/nasyonal sosyalist siyasetini kitleler nezdinde perdelemesini becerebildi. Ecevit’in hem silahlı bürokrasi hem de sermayenin örgütlü gücü TÜSİAD tarafından korunup kollanmasında resmi ideolojiye sözde bir hak mücadelesi imajı katabilmesinin önemli payı vardır. Otoriter ve totaliter bir ideoloji, Kemalizm adına post-modern bir darbe sürecini bütün bir toplumun üzerine karabasan gibi çökerten cuntanın mutemet adamı olarak durumdan vazife çıkartan Ecevit’in dönemi iktisadi-siyasi-sosyal açıdan tam bir çöküştü. Ecevit Hükümeti marifetiyle yürütülen operasyonlar neticesinde şikeli bir biçimde batan bankalar, yolsuzluklar ciddi bir toplumsal patlamaya ve ekonomik krize neden oldu ve bu süreçte gecelik faizler yüzde 7 bin 500 oldu. Borsada rekor düşüş yaşandı. Esnaf sokaklarda polis ile çatışmalara girdi, bir çok işletme iflas etti.

Takip eden dönemde 3 Kasım 2002 seçimlerine Başbakan olarak giren Ecevit ve DSP seçim sandığından büyük ve tarihi bir tokat yiyerek çıktı. Ecevit ve DSP’nin koalisyon ortakları (MHP ve ANAP) cuntaya taşeronluk yapmanın ve yolsuzluk ekonomisi üzerinden iktidar olmanın bedelini meclis dışı kalarak ödediler. Derin Devlet adına siyaset yapan Karaoğlan Ecevit, seçim sandığında halktan aldığı ağır darbenin ardından aktif siyasi yaşamdan çekildi. Bu; Ecevit’e haddini bilmesi için verilen ilk uyarıydı!

İkinci Had Bildirimi: 5 Kasım Vedası

172 gün boyunca yaşam destek ünitesine bağlı olarak yarı ölü-yarı canlı(!) pozisyonda bilincini kaybetmiş pozisyonda yatarken hastane önünde “Umudumuz Karaoğlan” nöbeti tutan partili bürokratlara ve fanatik taraftarlara ne bir selam ne de bir kelam iletemeyen Ecevit’in dünyaya veda vakti çoktan gelmişti.

Takvimler 5 Kasım’ı, saatler 22:40’ı gösterdiğinde Bülent Ecevit için de “bütün canlılar ölümü tadacaktır” emri ilahisi tecelli etmişti. Geri dönüşü mümkün olmayan bir yolculuk başlamıştı. Ecevit, bu dönüşü olmayan yolculuğa çıkmadan önce ne günahlarından pişmanlık duydu, tevbe etti ne de haklarını gasp ettiği yüz binlerden haklarının helalliğini talep etmişti. Çünkü Ecevit’in dini/ideolojisi bizatihi bu günahları ve hak gasplarını emrediyordu. O, bile-isteye ve inatla meydan okudu Alemlerin Rabbinden indirilen ilahi adaletin ilkelerine. Bu hal üzerine iken Ölüm Meleği kendisini yakaladı. Ecevit de insanoğlu için dehşet verici hakikat ile karşılaştı şimdi.

Allah Zalimlere Rahmet Eder mi?

Ecevit’in ölümüyle beraber neredeyse tüm kesimlerden neşet eden bir “rahmet okuma” yarışı başladı. Neredeyse tüm kesimler Ecevit’in bir bütün olarak hayatını, ideolojisini ve mücadelesini göz önünde tutmaktan imtina ediyor adeta. Herkes Ecevit’in kendince bir yönünü öne çıkarıyor ve diğer yönlerinin ise sanki görmezden gelinmesini istiyor. Burada özellikle İslami değerlerle şu veya bu ölçüde irtibatlı olanlar açısından garip, hatta ürkütücü bir tablo ile karşılaşıyoruz. Kimi gazete, dergi veya internet sitelerine yansıyan “kanaat önderleri”nin yazılarına bakınca ister istemez kafanız karışıyor. Kimi Ecevit’in Rahşan Hanıma olan ölümsüz aşkından, kimi şiirlerindeki derin tasavvufi temalardan, kimi demokrasi ve laiklik konusundaki derin tahlillerinden, kimi de tevazu ve nezaket örneği kişiliğinden dem vuruyor. Ama nedense Ecevit isminin son olarak 28 Şubat darbe süreciyle özdeşleşmiş militer ve militan Kemalist zorbalığından bahsetmekten özenle kaçınılıyor.

28 Şubat post-modern askeri cuntası tarafından seçimle işbaşına gelen bir hükümetin düşürülmesinde Ecevit ve partisi DSP’nin aktif ve başat pozisyonu es geçilebilir mi?

28 Şubat despotik kararlarını hayata geçirmek üzere önce azınlık hükümeti sonra da koalisyon hükümeti Başbakanı olarak üniversitelere, dernek ve vakıflara, İHL ve İlahiyatlara, gazete, dergi ve radyolara BÇG raporları doğrultusunda göz açtırmayan, nefes aldırmayan siyasal iktidarın tepe noktasındaki isim Ecevit değil miydi?

TSK birimleri tarafından hazırlanan Psikolojik Harp teknikleriyle, andıçlarla, iktisadi-siyasi-sosyal ablukalarla bütün bir topluma ülkeyi dar eden Atatürkçü demokratik sol siyaset şimdilerde hoş bir nostaljiye mi dönüştü yoksa? IMF Başkan yardımcısı Kemal Derviş’le ülke tarihinin en büyük bütçe açıklarına imza atan, iç-dış borçları katlayarak halkı her geçen gün fakirleştiren, toplumu üretemez ve alıp-satamaz duruma getirmek büyük bir zulüm, bir insanlık suçu değil miydi?

Ecevit, eline iktidar fırsatı geçirmek için elinden gelen her şeyi yaptı. İktidar olduğunda da elinden geleni ardına koymadı. Müslümanlara ve müstezaflara zulmetti, asker ve ulusal-uluslar arası sermaye sınıfına hizmet etti. Cumhurbaşkanı Sezer’in ifadeleriyle “Ecevit, devlet kademelerindeki Başbakanlık ve diğer görevlerinde, laik cumhuriyetin korunması, Atatürk ilkelerinin özümsenmesine önemli katkılarda bulunmuştur.”

Ecevit’in hayatının hedefi, siyasetinin amacı yeryüzünde ıslah etmek, Allah’ın dinine uygun amel etmek değildi. Tersine ifsad edip Allah’ın dinini etkisizleştirmekle kendini vazifeli gördü. Kur’an’ın terminolojisiyle Ecevit, zulmetti ve zalimlerden oldu. Allah ise zalimleri sevmez. Kıyamet gününde de Allah zalimlere asla rahmet etmez.

Peki birilerine ne oluyor da İslam adına, Kur’an’ın açık beyanlarına rağmen Ecevit ve benzerlerine Allah’tan rahmet dileme yarışına giriyorlar!? Üstelik Müslümanlara da kendi yanlışlarının telakki ve tavırlarını tavsiye ediyorlar. Adaletli duruş gereği hiç kimsenin zulmünü görmezden gelemeyiz, kimseye de zulmü ve zalimi affetmesini dayatamayız. İnsanlar ancak kendi haklarından feragat edebilirler. Başkalarının ama özellikle de Allah Teala’nın uluhiyet ve rububiyet haklarından vazgeçmek kimsenin haddi değildir.

Demokratik/Diplomatik Teamüller mi, Kur’an’ın Açık Hükümlerini Beyan mı?

“Demokratik ve diplomatik teamüller” adı altında adeta ideal bir davranış biçimi haline getirilmek istenen anlayış, siyaset ve düşünce hayatımızda adeta olguları/vakayı görmezden gelen, doğruları/hakikati ters yüz eden bir dönüşüme doğru yelken açmaya zorluyor bizleri. Bu teamüller gereği söylenmesi gerekenleri söylememek, hakikatte hiçbir değer taşımayan nezaket dolu sözlerin maslahat gereği ifade edilmesi siyaset etiği açısından normal ve makul addediliyor. Hem hakikatin hem de sözün değersizleştirilmesine demokratik ve diplomatik teamül deniliyor.

Hakikat, apaçık bir biçimde kendisini dayatmaktadır ve hakikati görmezden gelmek, tebdil veya tağyir etmek sadece bunları yapan insanların durumunu alçaltır.

Son olaydan yola çıkarsak; “Kral çıplaktır, Ecevit ise çırılçıplak” diyoruz. Tiyatro oynamaya, kendimizi veya başkalarını kandırır gibi yapmaya hiç ama hiç gerek yok. Aklın ve vicdanın sesini hiçbir gerekçe ile susturulamaz. Tarih yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Gözler görüyor, kulaklar duyuyor, akıl ise ibret alıyor.

Sahte gülümsemelere, içtenliksiz sözlere, bomboş övgülere tenezzül etmemizi kimse bizden beklemesin. Vahyin, aklın ve vicdanımızın sesini dinleriz ve “ya Allah için severiz ya da Allah için nefret ederiz”. Allah’ın rızası her şeyin üstündedir.

Ecevit ‘i 28 Şubat darbe sürecinin sözde demokratik kahramanı olarak biliyoruz. 3 Kasım seçimlerinde %1 ile tasfiye edilince tam bir ham hayal olan solda birlik projesini devreye sokmak istediyse de ömrü vefa etmedi. Hasta yatağından kalkıp yürüyemez ve konuşamaz durumdayken Danıştay üyesi Özbilgin’in cenaze törenine katılmış ve Kocatepe camii avlusunda darbeci güçlere destek vermek üzere yola çıkmıştı. Ecevit; “laiklik şehidi” olarak tarihe geçmek için bütün imkanları zorladı.

Bülent Ecevit’in cenaze töreninin de eşi Rahşan Ecevit ve DSP kurmay kadrosu tarafından İslami değerlere ve topluma karşı bir meydan okumaya dönüştürüleceği kesin. Cenaze merasimi sonrasında tırmandıracakları tansiyonu bir darbe sürecine dönüştürmeye pek heveskar oldukları aşikar.

Ve Nihai Had Bildirimi: Hesap Günü,

Bitimsiz bir nefret ve düşmanlık devretti takipçilerine de. Açtığı yol, kurduğu ülkü dolayısıyla “veyl olsun” ona!!

İçeriği Paylaşabilirsiniz

Ece Temelkuran’ın Dilindeki Psikolojk Harb Söylemleri

Sonra »

Türkan Saylan’ı Nasıl mı Bilirdik?

Leave a comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir