• 12 Mart 2023

“Maraş depremi toplumsal dönüşümün ancak Müslümanlar eliyle gerçekleşeceğini göstermiştir”

Amasya Özgür-Der ve İHH organizatörlüğünde Özgür-Der Genel Başkan Yardımcısı Kenan Alpay tarafından “Maraş Depreminin Toplumsal ve Siyasi Tartışmalara Etkisi” konulu seminer gerçekleştirildi.

Seminerin açılış konuşmasını gerçekleştiren Amasya Özgür-Der Başkanı Özgür Eryiğit, her ay yapmayı planladıkları seminerleri sağlık sorunları ve deprem sebebiyle bir süre yapamadıklarını; güncel olayların değerlendirilmesinde ve Müslümanların bir araya gelmesinde bu seminerlerin önemine işaret etti.

Mehmet Şahin tarafından okunan (Fussilet Suresi 30-36) Kur’an tilaveti ve mealinin ardından söz alan Alpay, Maraş depremi etrafında yaşanan gelişmeleri ve tartışmaları değerlendirdi.

Deprem Üzerinden İslami Olan Her Şey Tartışıldı

Amasya Özgür-Der toplantı salonunda gerçekleştirilen, hanımların ise diğer salonda ekrandan izlediği yoğun katılımlı seminerde Özgür-Der Genel Başkan Yardımcısı Kenan Alpay şu hususlara değindi:

6 Şubat’ta sadece Türkiye değil dünya tarihi açısından da eşine az rastlanır bir depremler silsilesiyle sarsıldık. Depremler aslında tabii afetlerdir. Bununla birlikte depremi sadece tabii afet olarak değerlendirmek doğru değildir. Depremlerin aynı zamanda toplumsal ve ahlaki çöküntülerin sonucu da olabileceğini göz ardı etmemek gerekiyor. Depremin toplumsal, siyasal, ekonomik ve daha önemlisi itikadi olarak birçok yönü ve sonucu üzerinde durmak icab ediyor.

Aslında depremler bir anda olup biten olaylardır. Ancak Türkiye gibi aşırı düzeyde politize olmuş toplumlarda durum hiç de öyle değildir. Deprem üzerinden kader meselesi tartışıldı, Allah’ın adaleti tartışıldı, sabır, tevekkül tartışıldı, İslami camia tartışıldı. Hangi konu tartışılmaz denilirse hemen hepsi tartışıldı. Tartışmanın doğal bir süreç olduğunu düşünüyorum. Tartışmaların bize zarar vereceği kanaatini de taşımıyorum. Fakat bir şartla; bizim bu meselelere hakikaten Allah-u Teâla’nın bildirdiği ayetlerle açık, seçik, net bir biçimde tavır almamız şartıyla hiçbir tartışmadan çekinmemeliyiz.

Deprem Allah’ın Azameti Karşısında Acziyetimizi Göstermiştir

Sağlam şehirler kurduk zannettik, kaliteli mühendisler ve mimarlar yetiştirdik zannettik ve her şeye gücümüzün yettiğini düşündüğümüz zamanda enkaz altında kaldık. Bu türden yıkımlar sadece Türkiye’de değil Amerika’da da oluyor, Japonya’da da oluyor, dünyanın her yerinde oluyor. Bu depremlerde binlerce insan ölüyor. Bu durum bize Rabbimizin kudret ve azameti karşısında ne kadar aciz olduğumuzu hatırlatmaktadır. Ama bizler maalesef yaşadıklarımızı çok çabuk unutuyoruz. Her gün mezar kazıp cenaze defneden mezarcının bile bir gün kendisinin de mezara gireceğini unutması misali.

Her zaman Allah’ın yardımına ve rahmetine olan ihtiyacımız olduğunu unutuyoruz. Hanbeli Fukahası’ndan İbni Kudame şu sözleri söylüyor:” Evinde ailesiyle rahat ve huzur içerisinde oturan kimse, Allah-u Teâla’ya ve lütfuna, denizin ortasında bir tahta parçasına tutunup hayatta kalmaya çalışan kimseden daha az muhtaç değildir.” Unutmayalım ki bizler ancak Allah’ın rahmeti sayesinde nefes alıp veriyoruz. Boğulmak için denizde olmaya hacet yok, bir bardak su içerken de boğulabiliriz.

Seküler Zihniyete Göre Depremin Sebebi Müslümanlar

Türkiye’de laik, Kemalist ve seküler kesimler her fırsatta İslami camiaya saldırmayı, İslam’ın aleyhinde propaganda yapmayı hiçbir zaman bırakmadılar. Depremde de bu fırsatı hiç kaçırmadılar. Onlara göre Müslümanlar adeta sağlam ev yapılmasına karşılar. Demir, çimento, beton, statik vb. hesaplarına hiç bakmaksızın sorgusuz sualsiz kadere teslim olmuş ve hiçbir şekilde tedbir almazlarmış gibi bir tablo çiziyorlar. İslami cemaatlerin bilim ve teknolojiden uzak anlayışa sahip olduklarını inatla söyleyip deprem gibi felaketlerden de Müslümanların siyasal-sosyal faaliyetlerini sorumlu tutmaya kalkıştılar.

Oysa aklı başında hiçbir Müslümanın böyle bir çarpık, ölçüsüz tevekkül anlayışı olamaz. Müslümanların tevekkül anlayışını yanlış anlaşılıp, lanse etmeye gayret ediyorlar. Bir Müslüman için tevekkül en başta yapılması gereken bütün işlerin yerine getirilmesiyle beraber yani ancak tedbirler alındıktan sonra olabilir.

“Devlet Her Yerde – Devlet Hiçbir Yerde” Dengesizliği

Kuzey batıdan güney batıya uzanan 550 km’lik geniş bir alanda gerçekleşen bir depremle ilgili birileri dedi ki “devlet ortada yok”. Yine diğer taraftan birileri de “devlet anında her yere ulaştı” mealinde sloganik nutuklar attı. Bu iki yaklaşım da doğru değildir. Kara propaganda mahiyetindeki ajitatif haber akışlarıyla hükümetin müdahalesini yok sayıp tümden aciz olduğunu söylemek ne kadar yanlışsa, devleti kutsayıp hiçbir eksik ve kusur kondurmaya yanaşmayan söylemler de yanlıştı.

17 Ağustos 1999 Marmara depremini bizzat yaşayan biri olarak söylüyorum İslami cemaat ve vakıflar dün olduğu gibi bugün de sahadaydılar. İHH, Beşir, Hüdayi Vakfı, Fetih-Der, Sadakataşı, İsmailağa, Hayrat ve daha pek çok İslami çevre ve kuruluş enkaz kaldırmadan arama kurtarma, çadır kurma, yemek dağıtma, psikolojik destek gibi hizmetler için canla başla sahada yarıştılar.

Müslümanlar Bu Toplumun En Dinamik Yapısıdır

Depremin hemen akabinde sahaya koşup faaliyetler organize eden İslami dernek ve vakıfların açık ara üstünlüğü umudumuzu tekrar diriltti. Sahayı belirleyen dernekler, vakıflar, örgütler İslami kimliğe ve mücadeleye sahip olan insanların öncülüğünde kurulmuştu. Eğer bu ülke ve bu toplumda bir değişim ve dönüşüm olacaksa bunun lokomotif gücünü Müslümanlar ve İslami kimliğe sahip kuruluşlar oluşturacaktır.

Örgütlenme yeteneği alanında sol-sosyalist ve Kemalist kesimlerle boy ölçüşmek oldukça zordur. Ama deprem gibi büyük insani krizlerde Kemalistlerin, sol-sosyalistlerin, feministlerin, liberallerin veya etnik ve mezhepçi yapıların söz söyleyemediklerini, sahada varlık gösteremedikleri sadece sembolik olarak mikro ölçekli faaliyetlerde bulunduklarını, buna rağmen bu depremin faturasını bile Müslüman halka çıkartmak istediklerini gördük.

Müslümanlar Ne Yaparsa Yapsın Onların Gözünde Değeri Yok

Müslümanlar bu kadar sahada depremin getirdiği bütün risk ve tehlikeleri göze alarak aktifken onlar dezenformasyon peşindeydiler. Aydın, sanatçı, fenomen, gazeteci, uzman etiketiyle piyasa yapıp yıkım ve kayıpların faturasını Müslümanlara kesmeye kalkışanlar söylem ve tavırlarıyla yine şaşırtmadılar. Kemalizm, laiklik, ulusalcılık veya sekülerizm referansıyla zuhur eden mantık, söylem ve örgütler İslam ve Müslümanları kirletmeye, itibarsızlaştırmaya ve hayattan söküp atmayı adeta varoluş gerekçesi edinmişler. Bu saldırgan ve yıkıcı tavırlara karşı Müslümanların mücadelesi de kıyamete kadar sürecektir elbette.

“Sahada Kızılay yok!” diyorlar önce. Fakat enkazların arasında sakalı biraz uzun adamları Kızılay yeleği giymiş olarak görünce, bu sefer de “işte buldukları adamlar bunlar” diyerek Müslümanları tahfif ediyorlar. “Depremde ölenleri yıkamadan kefenlemeden toplu halde mezara gömüyorlar, ortada Diyanet yok” diye ortalığı velveleye veriyorlar önce. Söz konusu toplu mezar görüntülerin İdlip’te olduğu ortaya çıkınca, Diyanet tarafından 1500 personelle her bir cenazenin İslami usullere göre defnedildiği teyid edilince bu sefer “psikolog yerine depremzedelere imam mı gönderilir?” diyorlar. Allah aşkına bu zihniyetin neresinde ahlak var, neresinde tutarlılık var?

Dezenformasyon ve Yalanla Mücadele Müslümanların Şiarı Olmalıdır

Sosyal medyada fenomen dedikleri tipler en çirkin yalanlarla Suriyeli, Afganlı kardeşlerimize iftira attılar. Neymiş Afganlılar enkaz altındaki kişilerin kolunu kesip bileziklerini, parmaklarını kesip alyanslarını çalıyorlarmış. “Nereden duydun? diyoruz. Somut olay, şahit veya kaynak yok tabii. Bunlar insanlıktan hiç nasip almamışlar. Irkçı-faşist yalan ve iftiralarıyla muhacirlere karşı da kin ve düşmanlığı kışkırtıp, toplumu linç kültürüne sürüklemek istiyorlar.

Bu konuda hepimize çok ciddi sorumluluklar düşüyor. Hz. Aişe’ye (r.a.) iftira olayında Müslümanların nasıl tavır takınması gerektiği belirtilmiştir. Hucurat suresinde fasıkların getirdiği haberi araştırmadan yaymanın bir topluma bilmeden zulmetmeye sevk edeceği ortadadır. Yine sevgili Peygamberimizin (sav) “kişiye yalan olarak her işittiğini söylemesi yeter” hadisi toplumsal ilişkiler ve haber akışlarında Müslümanların her daim şiarını ve çerçevesini belirlemektedir.

Allah’a Teslim Olmuşsan Makbul Vatandaş Değilsin!

Enkazın önünde perişan durumda bulunan bir depremzede kardeşimize soruyorlar; “ne durumdasınız?” Adam da: “Ailemden 16 kişi öldü, bir kızım kaldı. Ama Rabbim verdi, Rabbim aldı. Sabretmekten başka yapacak bir şey yok” diyor. Bu röportaj videosunun altına şöyle yazıp servis ediyorlar: “Mevcut iktidarı ayakta tutan vatandaş profili.”

Aynı adam “yazıklar olsun hükümete, Allah’ın adaletine inanmıyorum!” diye veryansın etseydi o zaman adam makbul vatandaş olacak, aydınlanmış bir profil olarak takdim edilecekti.

Depremde Sorumluları Eleştirirken Toplumsal Ahlaki Çöküntüleri Sorgulamayı Unutmayalım

Depremin bu kadar büyük yıkım ve ölüme sebebiyet vermesinde kusuru, eksiği, usulsüzlüğü veya kastı olanları adli ve idari açıdan sıkı bir biçimde sorgulamalıyız. Evler doğru mekânlara yapılmış mıdır? Malzemelerin kullanılmasında eksiklik ve usulsüzlük var mıdır? Denetimler düzgün bir şekilde yapılmış mıdır? Bu konuda Çevre Şehircilik Bakanlığı’ndan tutun belediyelere, denetim firmalarına, müteahhitlere, mühendislere kadar bütün sorumlulardan kusurları oranında hesap sorulmalıdır. Hiçbir ihmal, tedbirsizlik, usulsüzlük, kusur cezasız bırakılmamalıdır. Bu süreci takip etmek de da biz Müslümanların erteleyemeyeceği sorumluluğudur.

Ancak depremi sadece fiziki boyutuyla okumamak gerekir. Toplumsal ahlaki çöküntüler depreme zemin hazırlayamaz mı? Bu dehşetli felaket Rabbimizden bize bir ikaz olamaz mı? Ülkemizde zina, kumar, içki, hırsızlık, faiz, cinayet, gasp, teşhircilik, rüşvet, falcılık ve büyücülük gibi toplumsal suçlar hızla artmadı mı? Adaletsizlik ve merhametsizlik artmadı mı? Bu sebeple bu yönüyle de depremi okumak durumundayız.

Şehirleri Adalet ve Merhametle Yeniden İmar Etmeliyiz

Şehirler Allah’ın izni ile yeniden imar edilir. Ancak asıl önemli olan insanları ve toplumu Allah’ın razı olacağı şekilde yetiştirebilmektir. Önceden helak edilen kavimlerin helak edilme nedenlerinin ahlaki çöküntülerin toplumda artması olduğunu görüyoruz. Bu şehirleri tekrar yeniden imar ederken adaleti, merhameti ve kardeşliği hiçbir surette elden bırakamayız. O sebeple ölüm meselesini hatırlamak demek aynı zamanda bizim Allah’ın çizmiş olduğu sınırlara riayet etmemiz demektir. Ama biz ölümü ve depremi bile maalesef son derece seküler formlarda düşünmeye başladık.

Amerika’nın Her Şeye Gücü Yetiyorsa Neden Afganistan’dan Çekilmek Zorunda Kaldı!?

Depremle ilgili komplo teorilerine de şahitlik ediyoruz. Amerika hayatın her alanında olduğu gibi Türkiye’de yaşanan depremi de HAARP tekniğiyle yapmış güya! Buna yönelik elimizde hiçbir ciddi veri yok. Jeoloji ve fizikle uzaktan yakından alakası olmayan komplo uzmanları deprem meselesinde de süratle sahne alıp vesvese üretmeye giriştiler maalesef. Kanada sınırında bu konuyla bir birim kurulmuş, deprem üzerine araştırma yapıyorlar. Eğer Amerika’nın istediği ülkeyi sismik hareketlerle yıkma gücü varsa neden Afganistan’dan kaçmak zorunda kaldı? Irak’ta, Filistin’de, Venezüella’da da kullansaydı gücünü. Bu anlayış her şeye muktedir olanın (haşa) Allah değil Amerika olduğu anlayışına götürür. Bu tuzağa ve şaşkınlığa dikkat etmek durumundayız.

Depremi Rabbimizin Ölçüleriyle Değerlendirmek Durumundayız

Bizler hayatı ve ölümü yaratanın Allah olduğuna iman ediyoruz. Allah-u Teâla’nın Ulûhiyetine ve Rububiyetine kesin olarak inanıyoruz. Bu yaşanan sürecin kendimizi tekrar bir muhasebe çekmeye sevketmesi gerekir. Aksi takdirde kaybedenlerden oluruz. Derdimizin, çabamızın bu yönde olması gerekir.

Deprem sebebiyle tüm İslam ülkelerinin seferber olduğuna şahitlik ettik. En fakir ülke olan Somali’den bile Avrupa ülkelerinin toplamından daha ciddi yardım geldi. Yine ilişkilerin en gergin olduğu dönemde dahi Yunanistan ve Ermenistan’dan insani yardım geldiğini gördük. Demek ki bazen felaketler de İslami ve insani açıdan birçok hayrın kapısını arayabilir.

Rabbim ümmet olarak dayanışmamızı artırsın. Bir daha bizlere böylesi musibetler yaşatmasın. Bizlere de bu durumdan ders almayı nasip eylesin. Depremde ölen kardeşlerimiz için rahmet, yaralılarımız için şifa, geride kalanlar için de sabrı cemil niyaz ediyoruz.”

Program soru ve cevapların ardından ikram edilen çayların içilmesiyle sona erdi.

İçeriği Paylaşabilirsiniz

Toplumsal Yozlaşma Tehdidi ve Ailenin Önemi

Sonra »

Musibetler karşısında mü’minlerin tavrı…