Türkiye’de güya tekfircilik ve fitne/siyasal ve toplumsal kargaşa riskini önlemek adına dört dörtlük bir tekfircilik ve fitnecilik hareketi devreye sokuluyor. Hem de son derece politik ve popüler bir figüre dönüşen cübbeli, sakallı ve şalvarlı bir tarikat ehli marifetiyle siyaset ve toplumu birbirine karşı kışkırtan bir iklim canlı yayında televizyon ekranlarında, sistematik olarak sosyal medyada inşa ediliyor. Neredeyse teşhirciliğe karşıyız deyip teşhircilik yapmak gibi, uyuşturucuyla mücadele ediyoruz deyip uyuşturucu pazarlamak gibi utanç verici bir olay cereyan ediyor.
Tekfircilik tehdidine dikkat çekmek adına bütün bir toplumu tekfirciliğe sürüklemek, yalan ve iftiralar uydurmakta inat ederek tıpkı 28 Şubat darbe sürecinde olduğu gibi devleti “Topyekûn Harekât Konsepti”ne teşvik etmek düpedüz akıl, ahlak ve karakter çöküntüsüne işaret eder elbette. Zaten Cübbeli Hoca’nın “durumdan vazife çıkaran” ihbar ve ithamlarına 28 Şubat’ın bütün aktörlerinin aşkla şevkle sarılmasına bakarak mevcut tehlikenin farkına varabiliyoruz.
Niyet Bozuk Olursa Amel Nasıl Salih Olsun?
Mezhepleri, meşrepleri, tarikat ve cemaatleri eleştirmek, Diyanet veya İlahiyat camiasına dair usulüne ve üslubuna uyarak itiraz etmek, teklif ve talepler gündeme getirmek hepimizin üzerine bir vecibedir elbette. Fakat mesele ıslah ve irşad etmeyi değil de şahsi ve hizbi hesaplarla egosantrik bir harekete dönüşüyorsa, Kemalist-ulusalcı kadrolarla paslaşıp siyaset ve topluma karşı kirli bir kumpas kurmaya doğru sistematik adımların parçası olarak ilerliyorsa sahiplerini derhal teşhir ve tecrit etmek mükellefiyetindeyiz. Yaşar Nuri Öztürk, Zekeriya Beyaz, Haydar Baş gibi Kemalist-ulusalcı figürlerin modern-laik kaygılarla oluşturmak üzere seferber olduğu Arap ve Selefi düşmanlığını Cübbeli Hoca’nın “Kemalizme selam duran Nakşibendi” parolasıyla yeniden ürettiğini açıkça görüyoruz.
Ortada sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (sav) bize öğrettiği tarzda bir ıslah, irşad, davet, nasihat, emri bil maruf veya nehyi anil münker gibi hiçbir salih amel emaresi görünmüyor. Aksine Cübbeli Hoca’nın konuşma ve paylaşımlarını analiz ettiğimizde hedef aldığı isim ve çevreler, yaptığı kıyaslar, gösterdiği referansları ve amaçları itibariyle toplumun aklını ve gönlünü İslam’a açmaya gayret eden bir vaizi-hatibi değil de istihbarat ve kara-propaganda konularında gayet birikimli ve tecrübeli bir politbüro yetkilisini dinlediğinize kanaat getiriyorsunuz.
Habertürk ekranında Fatih Altaylı’yla saatler süren konuşmasından bir iki hususa dikkat çekerek meramızı izah etmeye çalışalım. Cübbeli Hoca daha önce ‘Cübbesiz Ahmet’in programında (CNN Türk-Tarafsız Bölge) iddia ettiği “Selefiler 2000 dernek etrafında silahlanıyor” tezini daha da ileriye taşıyarak tehdit ve tehlikenin kendince hızla büyüdüğünü ortaya koymaya çalışıyor. Hatta “ne 2000’i, az demişim” dedikten sonra “2020’de Selefiliğin nüfusa oranının 3.6’ya kadar yükseldiğini” iddia ediyor. Kaynak kim, hangi saha araştırması? Ata/Türkçü İlahiyat Hocası, Çorum Türk Ocakları Derneği Başkanı Prof. Dr. Hilmi Demir. Lakin Cübbeli Hoca nasılsa akademik bir kaynak da göstermiş olmanın rahatlığıyla “bu kadar panik havası yetmez, rakamı biraz daha abartalım ki toplum ve devlet tehlikenin iyice farkına varsın” mantığıyla gaz yüklenip vitesi iyice yükseltiliyor ve “bazı vilayetlerde [Selefilerin nüfusa oranı] %8-10” deyiveriyor.
İhbar ve İtham Değil Islah Etmek Lazım
İzleyen, dinleyen, okuyan vatandaşlar “bana ne Selefilerden, ne halt ederlerse etsinler bizi ilgilendirmez!” deyip rehavete düşmesin diye en çarpıcı taktik hamleyi devreye sokuyor: “Bunlar benim kanımı, canımı, karımı helal sayıyor. Yani beni gâvur sayıyor. Bundan büyük tehdit nasıl olacak?” Böyle bir yaklaşım itikadi, ahlaki ve siyasi açıdan elbette büyük bir tehdittir. İyi ama kim toplumun kanına veya canına kast ediyor, karısını helal sayıyor? “Kim bunlar?” sorusunun cevabı muğlak bile değil ya hiç bilinmiyor ya da son derece marjinal-sapkın birkaç grup olabilir bir ihtimal.
Bir başka mevzu da şöyle: İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından fonlanan ve iç savaş çıkarmak üzere örgütlenen “[Selefilerin] gizli yerlerde silahları var. Kendi basılacakları hücre evinde bulundurmuyorlar. Kimlere ne zaman dağıtıldıkları belli. Şu anda Türkiye’deki radikal Selefi gruplar son derece tehlikelidir” Cübbeli Hoca’nın kimi kast ettiğini bilemiyoruz ama “sabahlara kadar iki ay sahada çalıştık” diyerek tespit ettiği başka ülkelerin istihbarat örgütleri tarafından kullanılan mezkûr silahlı ve radikal örgütleri MİT, Emniyet, Jandarma, Savcılık nasıl oluyor da tespit edip tasfiye edemiyor? O halde güvenlik teşkilatı tamamen dağıtılsın ve Cübbeli Hoca’nın koordinasyon ve idaresinde yeni baştan kurulup işletilsin diye Meclis’e önerge mi verelim? Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çağrı mı yapalım? Ekranlarda kendinden geçip Selefi tehdidine dikkat çekerken Halis Aydemir, Nurettin Yıldız gibi pek çok hocayı da bir tehdit unsuru olarak işaretleyip ihbara yönelmesi tabii ki sergilediği diğer çok ucuz numaralara benziyor.
Böylesi şovmen, dahası muhbir ve müfteri bir “hoca” varken Emperyalist ve Siyonist güçlerin bu ülkede İslam’ı ve Müslümanları kendi içinde boğuşturup fitneyi büyütmek üzere etki ajanları, nüfuz casusları seferber etmesine hiç gerek kalmıyor.
Son bir değini de şu hususta olsun: İslam ümmeti olarak İbni Arabi veya Hallac-ı Mansur’u ne itikadi ve ameli açıdan ne de ahlaki ve siyasi açıdan kılavuz edinme mecburiyetimiz var. Kaldı ki İbni Arabi ve Hallac-ı Mansur gibi kişiler Vehhabilik diye bir olgunun adı dahi ortalıkta yokken bizzat kendi dönemlerinde söylemleri dolayısıyla fısk, küfür ve şirkle suçlanmış, tecrid edilmiş ve dışlanmışlardır. Yazdıklarında doğruları da yanlışları da olur. Ama hangi sıfat veya makamla anılırsa anılsınlar, ne olursa olsun söyledikleri ve yaptıklarıyla hiçbir surette Kur’an-ı Kerim ve Sünneti Seniyye’nin önüne geçemezler, geçirilemezler. Kur’anı Kerim ve Sünneti Seniyye’ye uymayan söylem ve davranışlarını terke, aykırı olan söylem ve eylemlerini de reddetmeye mü’minler olarak mecburuz. İslam, Kur’anı Kerim ve Hz. Muhammed Mustafa’nın (sav) sünnetine uymanın adıdır. Fitne çıkarmak, nifakı yaygınlaştırmak, yalan ve iftirayı karakter edinmek, İslam’ın aleyhine zalimler ve kâfirlerle işbirliği yapmak cehennem azabına davetiye çıkarmak olur, Allah hepimizi muhafaza etsin, âmin.