• 14 Mart 2023

Musibetler karşısında mü’minlerin tavrı…

Özgür-Der Çorum Şubesi 2022-2023 programları kapsamında bu hafta “Musibetler Karşısında Mü’minin Tavrı” başlığı altında Kenan Alpay bir sunum gerçekleştirdi.

Yaşanan büyük depremin ardından telafisi imkânsız kayıplar ve yıkıma dikkat çekerek sözlerine başlayan Kenan Alpay, Müslümanlar olarak öncelikle yaşanan bütün musibetler karşısında sabretmemiz gerektiğini ifade etti. Alpay, sabrın boyun eğmek ve çaresizliğe teslim olmak değil bilakis irade savaşı vermek, zorlu imtihanlara karşı mücadele etmek olduğunu vurguladı. Depremin insanların, toplum ve devletlerin acziyetini ve Allah’ın yardımına ve lütfuna ne kadar ihtiyacı olduğu bir kez daha gösterdiğini belirtti.

Depremin ardından bir taraf acıları teselli etme ve Allah’ın rahmeti sığınarak, umut aşılama çabası içindeyken, diğer kesim inkârı, umutsuzluğu ve isyanı yaymaya çalıştığına dikkat çekerek sözlerine şöyle devam etti.

Hayatı yaratan Allah, ölümü de yaratmıştır…

Depremi de ideolojik ve sınıfsal bir zafer kazanmak üzere hızla fırsata çevirmeye çalışan Kemalist, ulusalcı ve sosyalist kesimler her fırsatta İslami camiaya saldırmayı devam ettiler. Daha ilk etapta deprem üzerinden ölçüsüzce kader tartışıldı. Enkaz altından iniltilerin yükseldiği korkunç bir vasatta cehalet ve nefret fışkıran söylemler eşliğinde Allah’ın adaleti tartışıldı. Büyük acılara karşı insanları ayakta tutan sabır ve tevekkül anlayışı tartışıldı. İlk andan itibaren deprem sahasına doğru adeta akın edip arama-kurtarma ve yardım faaliyetlerine koşan geniş İslami camiaya karşı çirkin itibar suikastları tertiplendi.

İnsan iradesini sıfırlayan, gayret ve tedbiri yok sayan bir tevekkül anlayışı Müslümanların dünyasında zaten söz konusu olamaz. Elbette çarpık ve tamahkâr imar planlarını, belli kesimlere tahsis edilen büyük rantları ve toplum kesimleri arasında derin uçurumlar oluşturan haksız kazancı da adli, idari ve ahlaki açıdan sorgulamalıyız. Ancak; bu bağlamda olayın hikmetini de kaçırmamamız gerek; ne düzeyde tedbir alırsak alalım ölümün bize çok yakın olduğunu, yüksek ve müstahkem burçlarda konumlansak bile ecelin bizi bulacağını aklımızdan çıkarmamalıyız. Çünkü hangimizin daha hayırlı ameller işleyeceğini imtihan etmek üzere hayatı yaratan Allah, ölümü de yaratmıştır.

Önemli olan insanları ve toplumun imarıdır…

Mü’minlerin sade bir hayat anlayışı ile adalet ve merhameti yaymak gayreti içinde olması gerektiğini hatırlatan Alpay, ancak; aşırılık ve dünyevileşme, sahtecilik, usulsüzlük, tamahkârlık toplumu ciddi şekilde tehdit ediyor. Bu anlam da deprem sadece tabii afet değil, aynı zamanda toplumsal ahlaki çöküntülerin sonucu da olabileceğini göz ardı etmemek gerek. Yıkılan şehirler ne kadar zor olsa ve ne kadar uzun sürse de yeniden imar edilir ama asıl önemli olan insanların, ailelerin ve toplumun imarıdır. Kentsel dönüşüm söyleminin önüne ve üstüne köklü ve tutarlı bir toplumsal dönüşüm hedefi koyamazsak kaybetmek mukadder olur. Meselenin teknik ve teknolojik planlamadan önce ahlaki ve hukuki bir sistem kurulmasın olduğunu, sadelik ve tevazu başta olmak üzere ihmal edilen, ihlal edilen değerleri tekrar ayağa kaldırmaya mecbur olduğumuzu iyice idrak etmeliyiz.

Çok büyük bir alanı etkileyip enkaza çeviren depremin ardından yaşanan atalet, dağınıklık ve aksaklıkların yaşanması doğal olarak siyasi tartışmaları da alevlendirdi. Bir kesim devletin depreme müdahalesi bağlamında varlığını sorgularken diğer kesim ise devletin ilk andan itibaren her yerde hazır ve nazır olduğunu iddia edebildi. Birbirine taban tabana zıt bu iki uç yaklaşım da doğru değil. Devletin ilgili birimleriyle müdahalesini bütünüyle yok sayıp acziyet içinde çökmüş olduğunu söylemek ne kadar marjinal ve gerçek dışı bir söylemse devleti kutsayıp, hatta putlaştırıp kusursuz-tam tekmil bir devlet tablosu çizmek de o derece mantık dışı ve hayali bir söylemdir. Yaşanan aksaklıklar ve gösterilen zafiyetler iyice sorgulanmalı gerekli tedbirler hızla alınmalı ki benzer felaketler tekerrür etmesin.

Bir kesim sosyal medyayı bir silah gibi kullandı…

İslami dernek ve vakıfların sahada gösterdikleri gayret ve üstünlüğü görmek umudumuzu tekrar yükseltti. Bütün renkleriyle İslami kimliğe sahip camialarımızın toplumsal sahadaki lokomotif gücüne bir kez daha şahitlik ettik. 15 Temmuz darbe sürecinde tankların karşısına dikilip Allah-u Ekber nidalarıyla izzet ve şerefle mücadele edenler şehirlerin enkaza çevrildiği, umutların iyiden iyiye azalırken acıların arttığı bir vasatta sadece depremzedeleri değil bir toplumun gelecek ümidini Allah-u Ekber nidalarıyla tekrar tesis ettiler. Darbeye karşı çıkarken de depremle mücadele ederken de “sahada devlet var mı, yok mu?” gibi sorular sormadan İslami kimlik ve karakterin kendilerine yüklediği sorumluluğu yüklendiler. Bu bağlamda 1990’lı yıllardan bu yana bitip tükenmeyen hatta bilakis kışkırtılan “siyasal İslam’ın iflası” söylemlerinin gayet sistematik bir psikolojik savaş argümanı, Müslümanları moralmen çökertmeye matuf örgütlü bir kara-propaganda olduğu da iyice aşikâr olmuştur. Kesintisiz bir biçimde

Depremin ardından Somali’den, Özbekistan’a, Arabistan’dan, Afganistan’a kadar tüm İslam ülkeleri seferber oldular ve ciddi yardımlar geldi. Bazı kesimler ne yaparlarsa yapsınlar Müslümanların gayret ve dayanışmalarını yok saymaya devam ettiler. Medya tam bir çarpıtma düzeni olarak çalıştı yine. Sahanın gerçeğini alt üst ederek sahte kahramanlar üretip kimi sosyal medya soytarılarını kurtarıcı gibi lanse ettiler. Sosyal medyayı bir silah gibi kullanan profesyonel tipler sistematik olarak dezenformasyon ve kaos peşinde oldular. Türlü yalan ve iftiralarla nefret ve düşmanlık hislerini kışkırtarak Suriyeli ve Afganlı muhacirleri hedef tahtasına koydular. Yaşanan kimi olumsuz örnekliklerin tamamını muhacirlere mal etmek büyük bir suç ve ağır bir vebaldir elbette. Oysa enkazın altından sadece Türkler, Kürtler, Araplar kalmadı toplumu oluşturan tüm kesim depremden etkilendi…

Deprem sebebiyle tüm İslam ülkelerinin seferber olduğuna şahitlik ettik. Dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Somali’den bile Avrupa ülkelerinin toplamından daha ciddi yardım geldi. Yine Türkiye ile ilişkilerinin en gergin olduğu dönemde dahi Yunanistan ve Ermenistan’dan insani yardımlar geldiğini gördük. Demek ki hiç umulmadık zamanlarda zuhur eden felaketler de İslami ve insani açıdan birçok hayrın, dayanışmanın kapısını iyilik duygularıyla aralayabiliyor.

Rabbimiz lütuf ve inayetiyle İslam ümmetinin dayanışma duygularını artırsın. Allah-u Teâlâ bir daha böylesi musibetler, felaketler yaşatmasın bizlere. Bizlere de maruz kaldığımız musibetlerden gereğince ibret almayı nasip eylesin. Depremde ölen mü’min kardeşlerimiz için rahmet, yaralılarımız için acil şifalar, geride kalanlar için de sabrı cemil niyaz ediyoruz.”

Program soru, cevap ve katkıların ardından sona erdi…

İçeriği Paylaşabilirsiniz

“Maraş depremi toplumsal dönüşümün ancak Müslümanlar eliyle gerçekleşeceğini göstermiştir”

Sonra »

“Türkiye’de Müslümanlara rağmen bir şey yapabilmenin günü geçti”