• 3 Haziran 2022

Askeri harekâtı diplomatik baskıyla bloke edebilirler mi?

Amerika’dan gelen yüksek itiraz ve tehditlere rağmen Türkiye askeri harekât için hazırlıklarını hızla sürdürüyor. Amerikan Dışişleri Bakanı Antony Blinken “İŞİD’e karşı bizimle beraber savaşan partnerlerimizi (PKK/PYD) tehlikeye atacak hiçbir şey görmek istemiyoruz” mealinde endişe dolu uyarı mesajları yayınlıyor ardı ardına. Amerikan Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın aynı süreçte Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’a “mevcut ateşkes hatlarını koruyun, istikrarın bozulmasından kaçının ve gerilimi tırmandıracak hareketlerden geri durun” taleplerini tekrarlıyordu.

Blinken ve Sullivan’ın vurgularıyla birebir paralelleşen cümleler kurarak General Mazlum Kobani de komutanı olduğu SDG adına “yeni bir askeri operasyonun insani krizi yaratacağı ve İŞİD’e karşı mücadeleyi zayıflatacağı” gibi seçilmiş kurgulanmış hususları vurguluyordu. Peki, tehdit ve şantaj boyutuna varan Amerika merkezli bu tür uyarılar Türkiye nezdinde askeri harekâtın ertelenmesi veya iptal edilmesi gibi bir karşılık görür mü? Meseleyi birkaç açıdan değerlendirmeye çalışalım.

Ukrayna’da Çatışma Suriye’deki Çelişkiyi Derinleştirdi

 Ukrayna bağlamında ortaya çıkan tablo Suriye’yi açık işgal ve katliam tablolarıyla ipotek altına alan Amerika ve Rusya’nın elini Türkiye’ye karşı epeyce zayıflatmış durumda. Kimi İran ve Rusya hesabına çalışan etki ajanlarının çirkince itham ettiği gibi Türkiye ne “şansını zorluyor” ne de “pazarlık fırsatı” kolluyor. Türkiye ilk andan itibaren Rusya’nın Kırım’ı işgal ve ilhakına karşı çıkmamış gibi, Ukrayna’da işgalci ve saldırgan taraf olduğunu ilan etmemiş gibi bir tablo oluşturmak analiz değil manipülasyon ve kara propaganda olur ancak.

Diğer taraftan son yıllarda Türkiye-Amerika ilişkilerinde yükselen gerilimin kaynağı Suriye’de PKK-PYD’nin askeri, lojistik ve istihbari açıdan bölge halkına ve Türkiye’ye karşı tahkim edilmesi değilmiş gibi diplomatik başarısızlık üzerine uyduruk bir takım makaleler yayınlanıyor. Amerika ve Rusya uzun bir dönemdir birbirilerinin ayağına basmayacak şekilde devasa askeri mekanizmalarıyla bölgeyi barbarca alt üst ederken Ukrayna çelişkisiyle konjonktür her iki ülkenin aleyhine, Türkiye’nin lehine bir şekilde değişmeye başladı.

Türkiye ilk etapta Mayıs ayı itibarıyla hava sahasını Rusya’nın Suriye’ye asker taşıyan sivil ve askeri uçuşlarına kapattığını hatırlayalım. Bu adımla Türkiye, Rusya’nın Suriye’deki askeri hegemonyası üzerinde ciddi bir baskı oluşturdu. Fakat aynı süreçte Rusya’nın bütün Avrupa ve Amerika’ya kapatılan uçuşları için Türkiye açık tutuldu, ithalat ve ihracat iki yönlü olarak rutin işleyişini sürdürüyor. Bu noktada Rusya açısından Türkiye, boğucu ambargolarla kuşatıldığı, ekonomik zeminde yıkıcı bir darboğaza doğru sürüklendiği bir vasatta hava ve su gibi muhtaç olduğu kötü gün dostu komşuyu temsil ediyor.

Lakin Rusya’nın Azerbaycan ve Libya’dan başlamak üzere ama özellikle Suriye bağlamında Türkiye’ye karşı sicili, suç dosyası fazlasıyla kabarık durumda. Rusya bir taraftan Türkiye’ye duyduğu derin ve uzun vadeli ihtiyaç durumu dolayısıyla diğer taraftan da Amerika’ya karşı beslediği nefret ve düşmanlık sebebiyle Suriye’deki pozisyonunda kritik geri adımlar atacağına dair sinyaller veriyor. Suriye’nin kuzeyinde 30-35 km’lik güvenlik hattı oluşturma gündemi Türkiye açısından yeni olmadığı gibi bunu engellemek üzere Amerika ve Rusya’nın ortak hareket ettikleri de yeni değildi zaten.  

Türkiye’ye Bağımlılığı, Amerika’ya Nefreti Arttı

İsveç ve Finlandiya’yı acilen NATO şemsiyesine dâhil etme planları Türkiye vetosuna takılan Amerika ve Avrupa Birliği cephesinde Ukrayna ve Suriye’ye ilişkin uygulanacak askeri stratejide de ciddi ayrılıklar belirmeye başladı. Avrupa Birliği, enerji meselesi başta olmak üzere Rusya’yla ilişkilerinde Amerika’nın gösterdiği hizaya geçtiyse de Suriye konusunda iyice pasifizme sürüklendi. Dikkat edilirse Türkiye bu süreçte veto hakkını sık ve sert bir biçimde vurgularken Yunanistan’da kurulan askeri üsler ve satışı yapılan F-16 filolarını gündemden düşürmeden Hava Kuvvetleri’nin modernize edilmesini engelleyen Amerika’ya yönelik baskısını belirgin bir biçimde arttırıyor. Amerika o derece nobran ve oportünist davranıyor ki Türkiye’yi hem F-35 projesinden dışlayıp hem de F-16 modernizasyon taleplerini görmezden gelirken Suriye’de PKK-PYD’ye yönelik askeri harekatı engelleyebileceği üzerine hesaplar yapıyor. Fakat bu hesaplar eskisine oranla daha zayıf daha tutarsız ve yaptırım gücünden daha mahrumdur.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un hidayete ermişçesine verdiği son demeçte “Amerika Fırat’ın doğusunu işgal ediyor. Orada sözde bir devlet kurmaya çalışıyor ve bölünmeyi destekliyor” mealindeki beyanlarıyla elbette ki Türkiye’nin (önünde durmayacağı zaten aşikâr olan) harekâtına güya bir jest ve destek takdim ediyordu. Akabinde beyan ettiği “Türkiye bunlara kayıtsız kalamaz” cümlesiyle Rusya’nın Suriye’nin Kuzey hattındaki statükonun arkasından çekildiğini ilan ediyordu.

Bu vasatta Türkiye’nin askeri harekâtını engellemek üzere Amerika ve İran’dan yükselen itirazlar doğal olarak eskisine oranla zayıflıyor. PKK-PYD’nin direnecek, savaşacak moral motivasyonundan da gücü iradesinden de bahsetmek muhal olur. Şimdi İran’ın Esed hesabına giriştiği cinayet ve işgal politikalarına PKK-PYD hesabına ne kadar açıktan girişebileceğini test edeceğiz. Takiyye ve arkadan vurma karakteriyle meşhur olan İran bakalım Rusya’nın hava savunma şemsiyesi olmaksızın cinayet ve işgal politikalarını hangi bölgelerde ve ne kadar icra edebilecekler?

Askeri ve diplomatik açıdan tansiyonun bu derece yüksek olduğu bir vasatta Türkiye kamuoyunun mülteciler üzerinden sansasyonel haberlerle, toplumun akıl ve ruh sağlığına tecavüze girişen kara propaganda mahiyetindeki mizansenlerle sarsılması ne anlama geliyor? Hassaten Suriyeliler ve Afganlılar zerinden tırmandırılan sistematik yabancı düşmanlığı hiç de basit bir ideolojik takıntı, abartılı bir beka kaygısı veya kronik bir muhalefet anlayışı gibi durmuyor. Evet, medya ve sanat camiası uzun yıllar boyunca teşhirciliği ve röntgenciliği teşvik etti, ahlaksızlık ve edepsizlik bütün bir toplumun karakteri, hayat tarzı haline gelsin diye seferberlik ilan edildi.

Kamuoyuna rol model olarak takdim edilen tiplerin şehveti kışkırtan, iffet ve namusu ayaklar altına alan sapkınlık ve şaşkınlıkları magazin dünyası haberleri mantığıyla taşındı evlere, sokaklara, okullara. İçkiyi, kumarı, fuhşu, teşhirciliği, röntgenciliği teşvik eden seküler-ulusalcı cephe şimdilerde bütün bu suçları yabancılarla özdeş kılıp kamuoyunu infiale sürüklemeye matuf çoğu sahte, hemen tamamı çarpıtma söylenti ve görüntülerle ülkenin ufkuna, kalbine ve aklına karşı kirli tuzaklar kuruyor.

Psikolojik harekat, sansasyonel ve manipülatif habercilik, halkı kin ve nefretle birbirine düşmanlığa tahrik seküler-ulusalcı cephenin hem karakteri hem de en güçlü-etkili silahıdır. Bu kirli yöntem ve silahı çökertmeden ne ülke ne de toplum selamete ulaşır.

İçeriği Paylaşabilirsiniz

Ne istediğini bilmeyen Türkiye mi, Amerika ve Avrupa mı?

Sonra »

Akıl ve ahlakı seyrelt, şehvet ve düşmanlığı kışkırt