İleri teknik ve teknolojik donanımlarla desteklenen eğitim öğretimin süresi uzuyor fakat insani-ahlaki nitelikler de hızla değer kaybediyor. İletişim imkânları her biri devrim sayılabilecek atılımlarla müthiş bir hızla ilerliyor. Lakin dünya küresel bir köye dönmediği gibi bilakis en küçük toplumsal birimlere dahi nefret ve düşmanlık tohumları ekiliyor övgü dizilen iletişim imkânları üzerinden. Bir ütopya gibi peşinden koşulan eğitim ve iletişim devrimleri günün sonunda insanları tarih ve topluma, ahlaki ve hukuki değerlere hatta bizzat kendisine yabancılaştırmak gibi korkunç bir misyon üstlenmiş oldular.
Enteresan bir biçimde Türkiye toplumu da eğitim seviyesi yükseldikçe ve iletişim imkânları arttıkça akli melekelerini kullanma ve ahlaki değerlerine bağlı hareket etme hususunda ciddi zaaflara sürükleniyor. İstatistiklere bakılırsa aydınlanma ve ilerleme sloganları bariz bir biçimde yoğunlaşıyor. Yeni jenerasyon, eski kuşak demeden hemen her sosyal sınıfta özgürlük iddiaları da yükseliyor. İddialara bakacak olursak geleneğe ve sürü psikolojisine yönelik itirazlar hem iyiden iyiye sertleşiyor hem de yüksek derecede itibar görüyor.
Linç Kültürünü Temsil Eden Prometheus’lar
Siyasal ve toplumsal manada kıyamet senaryoları yazmaya girişmenin manası yok elbette. Fakat ters giden işleri, genel kanaat ve söylemleri tekzip eden zaaf ve günahları da görmezden gelemeyiz. Toplumu yalan ve iftirayla manipüle etmeye matuf marjinal ve sapkın öbeklerin arttığını müşahede ediyoruz. Sosyal medya bu türden marjinal ve sapkın öbeklerin propaganda ve kara-propaganda zeminini kolaylaştırdığı gibi toplumun çürütme, fanatizme sürükleme, kin ve nefretle birbirine düşmanlığa tahrik etme gibi çirkin ve yıkıcı bir mecraya dönüştü.
Okulların makbul vatandaş üretmek üzere kurgulanan misyonu da öğretmelerin seküler kimliği inşa etmek üzere tanımlanan misyoner rolleri de hiç olmadığı kadar irtifa kaybetti. Medya ve sosyal medya bu çarpık misyonun merkez üssü haline dönüştü. Sosyal medya fenomenleri türlü rezilliklerin piyasaya sürülmesi, bir perspektif ve davranış modeli oluşturulması noktasında Prometheus gibi öne fırladı. Bunların hiç biri kendiliğinden olmadı tabii ki.
Geçen hafta Bebek sahilinde sabıkası bir hayli kabarık tinerci bir tipin yine sabıkası kabarık ama aynı zamanda ileri düzeyde akıl hastası bir kadınla giriştiği tiksinti veren çirkinliğin sosyal medyadan servis edilme biçimi bile ırkçı-faşist propaganda merkezlerinin ne denli inatçı ve yıkıcı olduğunu gözler önüne seriyordu. Üst üste benzer bazı görüntülerin servis edilmesiyle toplumda hem “nereye bu gidiş?” adında derin bir korku hem de eş zamanlı olarak yabancı düşmanlığını tırmandırmak için adeta yeni bir fırsat oluşturmuş oldu. Haberin doğruluğu, bağlamı, faili vd. hüküm kurmak için gereken asli unsurları kimsenin düşünmesine müsaade bile edilmiyor. Hüküm de infaz da acilci: “Olağan şüpheliler var ve derhal linç edilmeleri gerekiyor!” Mümkün olsa kovboy mantığıyla en yakın ağaca bir ip çekip yakaladıkları adamları sallandırmaya pek hevesli yerli ve milli Vandallar sosyal medyayı ele geçirmiş durumda. İş o raddeye varmış durumda ki, askeri ihtilalcilerin “sallandıracaksın arkadaş bunların sekiz on tanesini Taksim meydanında” söylemiyle oluşturmak istediği sindirme politikaları bile yetersiz görülmekte artık.
Magazin kültürü, şehvet ve gösteriş üzerine kurulu rezil bir hayat tarzının reklamını yaptı sadece. Magazin kültürü, sinema ve dizisiyle, futbol ve sanat dünyasıyla her türlü edepsizliği özendiren yıkıcı bir misyon üstlendi. Ekran yüzleri akıl ve edepleriyle değil sinsilik ve her türlü haramı teşvik eden edepsizlikleriyle şöhret buldurlar maalesef. Meşru ve makul olan yerine şehvet ve şöhret üzerine kurulu söylem ve davranış modelleriyle topluma takdim edildiler. Cesur pozlar verdi, yürek hoplattı, nefes kesti, düşman çatlattı, sere serpe poz verdi, dudak uçuklattı ve benzeri terkipler eşliğinde teşhircilikten fuhşa uzanan sözde haber kalıplarıyla toplum korkunç bir cinnet bataklığına doğru sürüklendi.
“Metal Fırtına” Iskartaya Çıktı, “Yalnız Kurt” Vizyonda
En yerli ve en milli sabah kuşağı programları uzman konuklar ve kadrolu jüri eşliğinde “kimden hamilesin?” seanslarına dönüştürülürken siyasi ve bürokratik kadrolar da diyanet ve akademi de bu barbarca ifsada karşı açıkça savaş açmadı maalesef. Canlı yayında stüdyodaki konuğun pantolonunu indiren tiksindirici tiplerin açtığı yolda, kurduğu ülküde hiç durmaksızın yürüyen yeni jenerasyonlar var ekranlarda. Onlar öncülerinden aldıkları ifsad misyonunu daha da ilerilere taşımanın mücadelesini veriyorlar.
Şehveti kışkırtmakla paralel yürüyen bir diğer hastalık da ulusalcılık kibri, milliyetçilik gururu kışkırtmak oluyor elbette. Senaryo icabı derin devlet aklını temsil eden kahramanlar son derece basit mizansenler eşliğinde kitlelere Ata/Türkçülük gurur ve şuuru aşılama seansları tertipliyorlar ekran önlerinde. Araya Selçuklu’yu, Osmanlı’yı da katıyorlar güya fakat asli ve öncelikli husus hep ve daima Türk(çü)lük üzerinden kurgulanıyor. “Metal Fırtına”nın modası geçip ıskartaya çıktığı için şimdilerde “Yalnız Kurt” masalı devreye sokuluyor. Suriye’ye yönelik askeri harekât için gün belki de saat sayılırken ırkçı-inkârcı saldırgan söylemlerle açıkça provokasyona zemin hazırlanıyor. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Amerika’yla işbirliği yapmak başta olmak üzere bin türlü kabahatinden ötürü eleştirilir ve yerden yere vurulur, vurulmalıdır elbette. Ama meseleyi Kürt nefretini tahkim edecek Türkçü bir jargonla tasvire kalkışmak ırkçı ve rezil bir provokasyondan daha ötesi değildir.
Türkiye sadece Türkmenler üzerine hesap yaparak, değil bölgede, kendi coğrafyasında bile adamakıllı bir devlet kuramaz. Selçuklu da Osmanlı da Türkçü bir devlet, Türkçü bir toplum modeli için mücadele vermediler. Hiçbir toplum, tarihi de geleceği de ideolojik ahmaklıklar üzerine inşa edemez. Irak üzerinden ve hassaten Musul-Kerkük üzerinden Türkmenler meselesine dair sözde tarihsel arka plana dikkat çeken dizi kültürüyle ölümcül yalanlar uyduruluyor. Bölgedeki biricik dayanak olarak lanse edilen Irak Türkmen Cephesi adına üretilen söylem ve eylemlerin Atatürk ve Anıtkabir’le bezeli TGB bildirilerinden farkı olmayınca koskoca Irak’ta % 0.07 (binde 7) düzeyinde bir karşılığınız olabiliyor ancak. Bu saplantılı kafayla “iki Türk bir araya geldiğinde devlet kurar” söylemi bir yanıyla gülmece diğer yanıyla düşmanlık vesilesi olur sadece.
Türkiye’de siyaseti ve toplumu hamaset ve milliyetçilik bağlamında seferber etmek, dinamizmini arttırmak olmayacak duaya âmin demektir. İslami kimliği, ahlaki değerleri, hukuki nosyonu güçlü bir toplumun iktisadi ve siyasi cephesi de askeri cephesi de yıkılmaz bir kale olur. Bu mesele konjonktürel bir söylem meselesi değil köklü bir hayat tarzı, kanunu ve idareyi belirleyen bağlayıcı ilkeler meselesidir. Hayat tutarsızlıkları kaldırmaz ve tutarsızlıkta inat edildiğinde sahiplerini yerden yere çarpar.