
Vuslat Dergisi’nin Mayıs 2022’te yayınlanan 251. sayısı için kaleme aldığım makalemiz: Ukrayna İşgali Rusya’nın Hangi Zaaf ve Tehditlerini Aşikar Etti?
24 Şubat 2022 tarihinde şafak sökerken Rusya ordusu tarafından Ukrayna’ya yönelik üç koldan ağır bir işgal harekatı başlatılması hiç de şaşırtıcı bir gelişme değildi. Kiev başta olmak üzere Ukrayna’nın büyük şehirlerini füzelerle vururken Rusya’nın devasa konvoylardan oluşan tank ve zırhlı araçlarıyla on binlerce asker çoktan sınırı geçip işgali derinleştirmek üzere ülkenin içlerine doğru ilerlemeye başlamıştı bile. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “özel askeri” operasyon olarak nitelediği işgal harekatı, resmi açıklamalara bakılacak olursa, Ukrayna’yı Nazilerden kurtarıp barışa kavuşturmayı amaçlıyordu. Zaten Putin başta olmak üzere Ukrayna meselesi üzerine konuşan bütün üst düzey yetkililer ısrarla “Rusya sorunları barışçıl yöntemlerle çözmeye çalışıyor” vurgusunu yapıyorlardı.
Rusya’nın Bir Sınır Var mı, Yok mu?
Objektif bir perspektif ve hakkaniyetli bir tutum için Rusya’nın Ukrayna işgaline giriştiği süreci askeri adımlar ve diplomatik gelişmeler bağlamında kronolojik açıdan sağlam bir biçimde takibe almak gerekiyor. Unutmayalım ki, Ukrayna sınırlarını bir baştan diğerine kuşatan Rusya ordusunun asla ve kat’a bir işgale niyetli olmadığı, Ukrayna’nın değil esasen Rusya’nın tehdit altında olduğu aylar boyunca vurgulanmıştı. Rusya tarafı rutin askeri tatbikatlardan öteye hiçbir olağanüstü gelişme olmadığını bilakis Ukrayna’nın Kırım ve Donbas bölgelerini geri almak üzere saldırı başlatacağı yönünde bir iklim oluşturulmuştu. Hatta NATO tehdidine karşı Rusya’nın meşru bir nefsi müdafaa yaptığı, NATO’nun kışkırtmalarına karşı makul çizgilerde direndiği gibi bir algı uluslararası kamuoyunda ciddi bir yer tutuyordu.
Kasım 2021’den itibaren Amerika ve Avrupa Birliği tarafından yapılan açıklamalarda Rusya’yı Ukrayna’ya karşı bir askeri harekata girişmemesi yönündeki beyanların arttığını görüyoruz. Bu beyanlarda Ukrayna’ya yönelecek bir savaş karşısında Amerika ve Avrupa tarafından ağır yaptırım kararları uygulanacağı, Rusya ekonomisini felç edecek kadar ciddi ambargo kararlarının alınacağı tekrar tekrar vurgulanıyordu. Bu bağlamda NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve AB Konseyi Başkanı Charles Michel gibi isimlerin kaygı verici askeri gelişmelere ilişkin gündeme aldığı “sert yaptırımlar” ikazları alaycı karşılıklar görüyordu. Mesela Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Batılı diplomatları yekten “histerik” davranmakla suçluyordu. Lavrov işgalden birkaç hafta öncesinde bile (ifadelerini daha da ağırlaştırıp) Ukrayna’yla ilgili uyarıları “Batı’nın askeri çılgınlığı” şeklinde tanımlıyordu. “Biz kimseye saldırmadık, onlar hep bize saldırdı” gibi ifadelerle Batı’nın manipülasyon yaptığını, özellikle Irak’ın işgaline giden süreçte “kimyasal silah” kurgularına benzer tezgahların bu kez Rusya’ya karşı yeniden devreye soktuklarını iddia ediyordu. Oluşturulan tuhaf tabloya bakacak olursak bütün masumiyetiyle Rusya asla Ukrayna’da bir savaş istemiyor fakat onuru gereği NATO tehditlerine de boyun eğmiyordu! Böylesi acayip bir hikaye bile piyasada azımsanamayacak kadar da müşteri buluyordu maalesef.
Ukrayna Yok ki, İşgal Edilsin!
Peki acaba Rusya, aynı dili konuştuğu, aynı etnik ve mezhebi kimliğe sahip olduğu Ukrayna halkının hayat hakkını, özgür iradesini ve tercihlerini silah zoruyla neden gaspa girişti? Evvelemirde Rusya bizzat Devlet Başkanı Putin’in izah ve itiraf ettiği gibi Ukrayna diye ayrı bir ülke, halk ve tarihin olduğunu kabul etmiyor. Sınır bölgesinde olsa bile Ukrayna’yı Rusya’nın doğal ve kopmaz bir parçası olarak görüyor. Sovyet Rusya’dan daha çok Çarlık Rusya’sı hegemonyasına atıflar yapılarak Doğu Avrupa ve Orta Asya’daki tarihsel egemenliği yeniden geçerli kılacak adımların atılacağına dair konuşmalar nostaljik özlemler değildi elbette. Bosna ve Kosova’dan Finlandiya ve Kazakistan’a uzanan seri tehdit halkası Rusya’nın nükleer ve küresel bir güç olarak yeni bir dünya düzenine ilişkin stratejik planlaması gibi okunuyordu. Öyle ki Batı’nın çöküşe geçtiği ve Rusya-Çin bloğunun yükseldiği, Vladimir Putin ve Şi Jin Ping ayarında Amerika ve Avrupa’da karizmatik liderlerin olmadığı, Amerika ve Avrupa Birliği arasında yaşanan çelişkileri çok iyi değerlendiren Rusya-Çin hattının küresel dengeleri yeni baştan kurgulayacağı gibi son derece iddialı tezler statükonun yaklaşan sonunu müjdeliyormuş havasındaydı. Bir strateji dehası şeklinde resmedilen, efsanevi sembol ve anlatılarla karizması her geçen gün büyütülen Putin imajı hemen neredeyse Ukrayna’nın Rusya tarafından “kılçıksız balık” gibi kolayca yutulacağına en kuvvetli delil olarak sunuldu. Putin imajı o derece efsaneleştirilmişti ki Ukrayna’dan sonra Polonya ve Moldova başta olmak üzere birer ikişer Doğu Avrupa ülkelerinin de aynı akıbete uğrayacağına kesin gözüyle bakılıyordu.
Rusya’nın önünü açma, Putin’in dizginsiz davranması hususunda Amerika ve Avrupa’nın büyük bir katkı sağladığını ifade etmek için elimizde çok sayıda delil bulunuyor. Suriye’de önünü açtıkları Rusya’nın ekonomik yaptırımlar haricinde Ukrayna’da askeri bir çatışmaya girilmeyeceği beyanlarıyla adeta işgale teşvik edildi. Bir yandan Amerika ve NATO adına yapılan açıklamalarda “hiçbir şartta Rusya’yla askeri olarak Rusya’yla karşı karşıya gelinmeyeceği” mesajları tekrarlanıyordu. Diğer yandan da Amerika ve İngiltere (küçük de olsa) Ukrayna’da bulunan askeri birliklerini çekiyor, diplomatik temsilcilerinin ailelerini ve vatandaşlarını acilen ülkeyi terk etmeye çağırıyordu. Askeri bir çatışma riskinden özenle kaçan, ekonomik yaptırım dışında Rusya’ya karşı başka bir seçeneği devreye sokmayacağını ısrarla belirten Amerika ve Avrupa iki yol açmıştı: Ukrayna’yı Rusya’nın önüne atmak ve diğer Doğu Avrupa ülkelerini de Rusya korkusuyla NATO ve AB’ye daha sıkı bağlamak. Putin başta olmak üzere Rusya’daki bütün devlet aktörlerini cesaretlendiren, daha bir pervasız ve saldırgan hale sokan meydanın bile isteye boşaltılmış olmasıydı.
Çarlık mı Kurulsun, Sovyetler mi?
Devlet yapısı itibariyle, siyaset ve ordu yapılanmasıyla Rusya’nın ikna etmek, gönüllü katılımın önünü açmak gibi bir geleneği hiç yoktu. Gerek Çarlık gerekse Sovyetler Birliği döneminde olduğu gibi Rusya Federasyonu döneminde de gasp, işgal ve katliam geleneği en kestirme, en sağlam yol olarak tutuldu yine. Büyük bir özgüvenle, bütün ahlaki ve hukuki ilkeleri çiğneyerek Rusya orduları Ukrayna şehirlerini işgale giriştiğinde birkaç gün içinde bir bütün olarak ülkeyi teslim alacağını hesaplıyordu. Teslim alma süreci şöyle işleyecekti: Devlet Başkanı Zelensky, Bakanlar Kurulu, Meclis üyeleri, üst düzey bürokratlar apar topar ülkeden kaçacaklar, ordu ve polis teşkilatı beyaz bayrak çekerek Rusya’nın safına geçecek ve Ukrayna halkı büyük bir sevinçle sokaklara dökülerek Rusya ordusuna çiçekler atacaktı. Hayaller güle oynaya girilecek Ukrayna şehirlerini, önlerine kırmızı halılar seren Ukraynalıları nazara veriyordu. Rusya ordusu kendisinden emin, engel tanımadan ilerleyecek, büyük bir zaferle Kiev’de Rusya yanlısı bir hükümetin teşkiliyle sefer görev emri tamamlanacaktı.
Putin’in Karizması Çöküşe Geçerken
Kremlin’deki o mütekebbir hesaplar Kiev’e hiç uymadı tabii ki. “Komedyen” Zelensky’nin sadece Ukrayna halkı nezdinde değil zaman içinde bütün dünyada bir direniş sembolüne dönüşmesi kadar “strateji dehası” Putin’in barbar bir işgalci sıfatıyla belirginleşmesi birbirine paralel işledi. Ukrayna ordusu ve sivil direniş unsurları ülkenin içlerine kadar girişlerini takip ettikleri Rusya ordusuna ait konvoyları hızla imha edip görüntülerini haber ajanslarına servis ettikçe profesyonelce inşa edilen algılar da yıkıma uğramaya başladı. Amerika ve İngiltere başta olmak üzere Batı ülkelerinden Ukrayna’ya jet hızıyla ulaştırılan ileri teknoloji binlerce uçaksavar ve tanksavarlar savaşın seyrini değiştirme noktasında kritik bir rol oynadı elbette.
Düşürülen savaş uçak ve helikopterleri, vurulan tanklar ve zırhlı konvoylar, imha edilen füze sistemleri Rusya açısından işi öylesine dehşetli bir noktaya getirdi ki “nükleer tehdit ve kimyasal saldırı” gibi seçenekler dahi gayrı resmi kanallardan devreye sokuldu. Putin’in gençlik dönemlerine atıf yaparak “St. Petersburg sokaklarında kavganın kaçınılmaz olduğu durumlarda biz ilk yumruğu atmayı öğrendik” övünmeleri pek bir işe yaramamıştı. Haftalar süren Kiev muhasarasını kaldırıp geri çekilmek, Donetsk ve Luhanks bölgelerini tahkim etmek, Mariopul’u alarak güney doğu hattından Ukrayna’yı Karadeniz’den tamamen tecrit etmek gibi gelişmeler her şeyden evvel Rusya’nın hedef küçültme mecburiyetine işaret etmektedir. Özellikle Rusya Donanması’nın Amiral Gemisi “Moskova”nın Ukrayna füzeleriyle Kara Deniz’e gömülmüş olması sadece moral açıdan değil askeri-stratejik açıdan da üstünlüğün nasıl dağıldığını göstermektedir. Moskova gemisinin uzun menzilli füze sistemleri dahil üstün savaş kabiliyetleriyle donatılmış ve üstelik Tartus ve Hmeymim askeri üslerini korumak üzere Suriye halkının üzerine ölüm kusan bir savaş makinası olarak denizin dibine gömülmesi önemli kırılma noktalarından birine işaret etmektedir.
Bütün bu süreçte Türkiye’de Rusya’nın tezlerinin nasıl da utanmazca tekrarlandığına dair birkaç hususa değinmekte de fayda ve zaruret var. Afganistan ve Irak işgalleri döneminde, Siyonist İsrail’e verilen işgal ve katliam desteklerinde, askeri darbe süreçlerinin arkasındaki planlama ve koordinasyonu üstlenmesiyle, PKK-PYD gibi teör unsurlarını bölgede garnizon devlete dönüştürme yolunda attığı sistematik adımlarla, vd. Amerika-NATO ve Avrupa’ya ciddi, haklı ve büyük bir öfke var. Lakin dünyadaki gelişmeleri salt olarak Batı’nın zulümlerinden ibaret sayamayacağımız gibi bütün gelişmeleri Batı’nın çifte standardı, riyakarlığı perspektifinden okumaya mahkum da edemeyiz. Rusya ve Çin’in Batı’dan hiç de geri kalmayan işgal, tehcir, yıkım ve katliamlarını Batı’ya karşı duyduğumuzu haklı öfke ve düşmanlıkla ne görmezden gelebiliriz ne de suçlarını hafifletebiliriz.
Müdafaa Yapmıyor, Saldırıyor
Ukrayna’da şahit olduğumuz yıkım ve katliam “Rusya’nın kendisini NATO’ya karşı savunma hakkı” filan değildir. NATO yirmi yıl boyunca Afganistan’ı yakıp yıkarken, cami ve medreseler başta olmak üzere hastaneleri, okulları, düğün konvoylarını, taziye evlerini füzelerle vurum ülkeyi mezarlığa çevirirken Rusya ve Çin’den hiçbir itiraz yükselmiyordu. Aksine Amerika-NATO orduları Afganistan’dan çekilmesin diye Putin canlı yayınlarda tv ekranlarında Rusya adına defalarca talepte bulunuyordu. Özetle daha düne kadar “NATO Afganistan’dan çıkmasın” diye rica minnet eden Rusya bu kez “NATO Ukrayna’ya yanaşmasın” diye kükrüyordu.
Rusya’nın küresel güç olma iddiası çok fena bir biçimde Ukrayna duvarına toslamıştır. Osetya ve Abhazya’yı Gürcistan’dan koparıp kendisine bağımlı birer minyatür devletçiğe dönüştürmesini ne Avrupa ne de Amerika fazla dert etmemişti. Çeçenistan gibi küçük bir coğrafyayı, bir milyon nüfusu bulunan bir ülkeyi “radikal İslamcılarla mücadele” adı altında harabeye çevirip arkasında on binlerce ceset bırakması Batı nezdinde tepkiyle değil tebrikle karşılanmıştı. Kimyasal silah dahil her türlü yeni silah teknolojisini test ettiği Suriye’deki vahşetine de “İşid’le ortak mücadele konsepti” bahanesiyle Batı’dan aynı desteği arkasına alabilmişti Rusya. Ancak Ukrayna sınırlarından giren tanklar, Kiev dahi büyüklü küçüklü şehirleri vurmaya başladığında işin rengi değişmiş, tebrik almak bir tarafa ekonomik ve diplomatik açıdan doğrudan, askeri açıdan dolaylı olarak Amerika ve Avrupa’yla askeri çatışmaya muhatap olmuştur.
Ukrayna’ya saldırı hazırlıklarına başladığı, 170 bin kişilik ordu birlikleriyle sınırları aşıp Kiev’e doğru yürüdüğünde Rusya’nın nerede duracağı, nasıl durdurulacağı gibi endişeler hakimdi. Ukrayna’dan sonra hangi ülkeye saldıracağı, Suriye üzerinden Türkiye’yi nasıl hizaya çekeceği, Orta Asya’daki Türki cumhuriyetlere tekrar askeri birlikler göndererek Sovyetik sistemi hortlatabileceğine kadar bin bir türlü kıyamet senaryosu yazılıp konuşuldu. Televizyon ekranlarında, gazete köşelerinde “güvenlik uzmanı” etiketiyle konuşan emekli generaller, emekli büyükelçiler, birkaç günden Ukrayna ve Rusya stratejisi üzerine uzman olan gazeteci ve akademisyenler ellerine uzun çubuklar alıp harita başında Rusya’nın mutlak zaferi, Putin’in süratle tahakkuk eden ezici galibiyeti üzerine nutuklar çekiyorlardı.
Çok değil, birkaç hafta içerisinde Rusya giriştiği savaşta üstünlük ve inisiyatifini kaybetti. Nükleer silahlarına ve Avrupa başta olmak üzere sanayi ülkelerini bağımlısı olduğu enerji kaynaklarına rağmen küresel bir devlet olmadığını, olamayacağını itiraf sürecine girmiş oldu. Ukrayna’yı kolayca teslim alamayacağını, bölgedeki hiçbir halkın kendisini beklemediğini, Avrupa ve Amerika’yı parmağında oynatamayacağını iyice gördü Rusya.
Küresel Güç Sarhoşluğu ve Şaşkınlığı
Rusya’nın devasa askeri gücü, büyük enerji kaynakları, hemen her ülkeye nüfuz eden istihbarat ağı, birbirine taban tabana zıt aktör ve kurumları bile kendi hizmetine koşabilen PR ve propaganda imkanlarıyla elbette geçmişten bugüne ağırlığı tartışılmaz bir ülke. Fakat aynı Rusya hemen hiçbir ülkeye rızayla giremiyor, adalet ve refahı tesis edemeden toplumu yolsuzluk ve fuhşiyatla çürüten işbirlikçi despotik rejimler tesis edebiliyor ancak. Halen küresel düzeyde dezenformasyon ve siber saldırılar üretebilen, kitleleri komplo teorileriyle manipüle edebilen Rusya devlet tecrübesi ayakta duruyor. Bu ayakta duruş bir oranda Amerika ve Avrupa’nın sömürgeci tutumuyla da doğrudan bağlantılı.
Rusya’nın Amerika ve Avrupa’yı dengeleyebileceğine dair öngörü ve temenniler Filistin, Afganistan, Azerbaycan, Doğu Türkistan, Irak ve Suriye gibi sahalarda büyük bir utançla çökmüş durumda. Bu saydıklarımızı içerisinde Rusya hangi Batılı ülkeden ayrı davranmaktadır? İslam dünyası açısından gerçekçi bir Rusya ve Çin analizi, gerçekçi bir Avrupa ve Amerika analizi kadar hayatidir. Hakikati idrak noktasında yaşadığımız her türlü zaaf, mücadele azmini kaybettiren cesaret ve basiret kaybı Amerika ve Avrupa sömürgeciliği gibi Rusya ve Çin sömürgeciliğini de güçlendirmekten başkaca bir işe yaramıyor.
Çarlık Rusya’sı hayalleri, Sovyet Rusya özlemleri Suriye’den Azerbaycan ve Libya’ya, Çeçenistan ve Gürcistan’dan Ukrayna’ya telafi edilemeyecek kadar ağır bedeller ödetti, ödetmeye devam ediyor. Fakat bu gözü dönmüş, barbarlık ve vahşeti karakter edinmiş Rusya siyaset ve stratejisinin en güçlü olduğu sanılan, rakip tanımadığı varsayılan bir vasatta dünya yeni kırılma ve çöküşlerle de karşılaşabilir.