• 28 Ağustos 2018

İdlip Saldırısının Tetikleyeceği Krizler

Tabii ki hiç kimsenin aklında şu durumda bile Esed rejimin tek başına İdlip’e saldırabileceğine dair en küçük bir ihtimal bulunmuyor. Çünkü ortada gerçek anlamıyla kendi ayakları üzerinde durabilen bir rejim değil Rusya ve İran desteğiyle ayakta tutulan bir hortlak figürü dolaştırılıyor. İdlip’i yakıp yıkmak hususunda İran’ın yanıp tutuştuğu sır değil de mesele Rusya’nın Türkiye engelini nasıl aşacağına dair net bir plana henüz ulaşamamasıyla ilgili olarak beklemede tutuluyor.

Kurban Bayramı vesilesiyle Afrin ve İdlip’te kısa bir süre gözlem yapma imkânı bulabildim. İdlip’in adeta hemen her noktası Halep’ten Doğu Guta’ya değin Suriye’nin diğer tüm bölgelerinden gelen muhacirlerle dolup taşmış durumda. Çünkü Türkiye’nin Esed rejimiyle değil hamileri Rusya ve İran’la vardığı Astana Mutabakatı’na göre İdlip çatışmasızlık bölgesi olarak ilan edilmesiyle bu bölgeye olan akın yoğunlaşmıştı. Bu mutabakat çerçevesinde Halep’ten tahliyeler yapılmıştı, Deraa ve Doğu Guta dâhil bir anlaşma çerçevesinde halk ve mücahit gruplar tahliye edilmişti. Zaten Türkiye’nin İdlip’in en uç noktalarına kurduğu 12 askeri gözlem noktası bu mutabakatı muhafaza ve kontrol maksadına matuftu.

Mutabakat Ama Nasıl ?

Son haftalarda yoğunlaşan diplomasi trafiği, askeri yığınaklar ve bu bağlamda verilen beyanatlar İdlip’e büyük bir saldırı hazırlığının tamamlandığı yönünde seyrediyor. Peki, Türkiye, Rusya ve İran tarafından ilan edilen Astana Mutabakatı ne oldu? Hani Halep’in, Doğu Guta’nın, Deraa’nın boşaltılması karşılığında İdlip saldırılardan muhafaza olacaktı? Oysa gelişmeler hem Rusya’yı dışarıda tutar gibi yaparak hem de mutabakatı delik deşik etmek üzere İran ve Esed rejiminin giderek saldırılarını yoğunlaştırdığını gösterdi. Ajanslara yansıyan haber ve resimlere bakılırsa Ankara-Moskova hattında sıkılaşan diplomasi trafiği ‘birilerini kıskandıracak’ nitelikteydi. Ancak sahaya yansıyan gelişmeler Türkiye’nin Amerika’yla yaşadığı gerilimi hassaten Suriye’de fırsata çevirme noktasında Rusya’nın büyük bir iştahla yeni ve barbarca oyunlar kurduğunu gösterir nitelikteydi.

İdlip’e ilişkin yaşanan gelişmeler esnasında daha bir enteresan olan husus öncelikle şu: Amerika’nın yaptırım kararları Türkiye’yi olduğu gibi hiç de daha az olmamak üzere Rusya ve İran’ı da hedef alıyor. Fakat Rusya ve İran Türkiye’nin Amerika’yla yaşadığı gerilimi özelde Suriye’de geniş manada bölgede tamamen aleyhine sonuçlanacak şekilde yönlendirmek üzere adeta seferber olmuş durumdalar. Türkiye’yse aynı yaptırımlar siyasetini masaya taşıyıp Rusya ve İran’ın bölgeyi terörize eden pratiklerini en azından hafifletecek revizyon arayışlarına girişiyor mu, bilemiyoruz? Ne yazık ki Rusya’dan gelen esprili ‘balık yeme’ veya İran’dan gelen ‘iki kardeş ülke birlikte savaş uçağı bile yaparız’ türü komplimanlara aşırı anlamlar yükleyerek Suriye’deki kötü gidişatın yoluna sokulacağını zanneden söylemlerle vakit ve mevzi kaybediliyor.

Esed rejimi İdlip’e saldırabilmesi için havadan Rusya’nın, karadan İran’ın yoğun bir saldırı başlatması gerekiyor. Ancak bu saldırı sadece İdlip’e değil eş zamanlı olarak Astana Mutabakatına da yıkıcı bir saldırı olacaktır. Türkiye eğer bu saldırıyı engelleyemezse bir bütün olarak Suriye’yi Rusya ve İran’ın eline teslim etmenin önünü açmış olacaktır. İdlip’te mevzilenen mücahit grupları Rusya ve İran ordularıyla savaşmaya hem kararlılar hem de başka hiçbir seçenekleri yok zaten. Ne kadar direnebilirler sorusuna verilecek cevaplardan biri doğrudan Türkiye’nin duruşuyla ilgili. Türkiye’nin iyimser, çekimser ve çözümü sürekli zamana yayan politikası PKK-PYD tehdidini belli bir oranda azaltsa bile Rusya ve İran tarafından jeo-stratejik olarak daha güçlü ve yıkıcı bir kuşatmaya muhatap olmak anlamına gelebilir.

Mülteci Faturasından İbaret Değil

Bayramda gördüğüm tabloyu şöyle özetleyebilirim: İdlip’te dağ taş çadır kente dönüşmüş halde. Su ve elektrik başta olmak üzere en temel ihtiyaçları dahi karşılamakta ciddi zorluklar yaşanıyor. Fakat buna rağmen Rusya ağır bir bombardımana başlarsa, İran karadan kıyıcı bir saldırı başlatırsa Türkiye sadece yüz binlerce mülteciye kucak açmak gibi ağır bir yükle imtihan olmaz. Türkiye bölgedeki tüm demografik ve stratejik dayanaklarını, ahlaki ve siyasi iddialarını yitirmek istemiyorsa ya saldırıyı engellemek ya da elinden gelen tüm imkânları seferber ederek savunma hattındaki tüm mücahit grupları desteklemek mecburiyetindedir. İmkânları sınırlı olabilir ama Rusya ve İran ordularıyla şunca yıldır dişe diş savaşabilecek bireysel ve toplumsal iradeye tarihte kolay kolay rastlanmadığı da hatırda tutulmalıdır.

İdlip’ten sonraki en yakın hedefin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtlarıyla elde edilen kazanımlar olduğundan şüphe etmek elbette ki serbest. Ancak PKK-PYD Münbiç’ten sökülüp atılmasın diye Amerika barikat kurmuşsa, Tel Rifat’ta da aynı barikatı Rusya kurmuş durumda. Türkiye’nin zor bir süreç yaşadığı tartışma dışıdır elbette. Yeni bir macera önerilmiyor. Türkiye’yi ve kader birliği içinde olduğu Müslüman halkları hayata daha sağlam bir biçimde tutunduracak ilkeleri ve yol haritasını tartışıyoruz.

İçeriği Paylaşabilirsiniz

Kurban Seferi, Kardeşlik Seferberliği

Sonra »

Gazi Paşa’nın Himayelerinde Medeniyet Tasavvuru