• 3 Aralık 2021

Faizle mücadele, enflasyon, yüksek kur ve üretim dengesi

Faizlerin düşürülmesi hatta sıfırlanması yolunda atılacak her adım değerli, ödenecek her bedel küçüktür. Ne ahlaki açıdan ne de iktisadi açıdan faizi savunmak ve meşrulaştırmak mümkündür. Faizinin haksız kazancın önünü açtığı, toplumsal tabakalar arasında giderilmesi mümkün olmayan mesafeler oluşturduğu ve kapanmaz yaralar açtığı aşikardır. Faiz geniş toplum kesimlerini ezen ve bu ezikliği kronikleştiren en barbar piyasa araçlarından biridir elbette. Bu açıdan faize karşı geliştirilen söylem ve eylemleri desteklemek mecburiyet kadar bir gönüllülüğü de içerir.

Peki, faizin indirilmesi yönünde Türkiye’nin son dönemde izlediği politikalar sürdürülebilirlik açısından ve toplumun maruz kaldığı fakirlik belasından kurtulma yolunda atılacak adımlara ne oranda tekabül etmektedir? Bu zamanla daha net anlaşılacak bir süreç olacak elbette. Ancak mevcut tabloya baktığımızda yaşanan sancıların, giderek artan sıkıntı ve kaygıların, çarşı pazarda tırmanan fiyatlar karşısında yaşanan çaresizliğin tam olarak bilemediğimiz bir zaman dilimi içinde devam edeceği anlaşılıyor. Yaşanan veya yaşanacak sancılı sürecin sonunda üretim imkânları artacaksa, işsizlik ve enflasyon minimize edilecekse, TL’nin değeri yüzleri güldürecekse, cari açık tarihe gömülecekse toplum her katmanıyla seve seve bu seferberliğin bir parçası olur her hâlükârda. Fakat naçizane fikrim bu sürece dair somut bir yol haritası, kitleleri teskin edecek bir izah tarzı belirgin bir biçimde ortaya konulamıyor. Hayır, bu süreçte beklentilerin karşılanamaması meselesi muhalefet kanadından gelen itirazlardan kaynaklanmıyor. Bilakis Hükümetin veya hükümeti destekleme adına kamuoyunu ikna etmek üzere ekranlara çıkan temsilcilerin afaki ve hamasi-sloganik tarzları toplum nezdinde şüpheleri besleyip derinleştiren baskın rolü oynuyor.

Faizin sıfırlanmasıyla sanayicisiyle tüccarıyla, esnafıyla memuruyla, çiftçisiyle emeklisiyle toplumun ve devletin rahatlayacağı besbelli. Ancak faiz kadar ezici diğer faktörlerin karşısında da acilen ve köklü pozisyon almak icap ediyor. “Faiz sebep, enflasyon sonuç” denklemi pratiğe nasıl yansıyacak hep birlikte göreceğiz. Ancak AK Parti Hükümeti olarak hiçbir zaman yüksek faizi savunan bir politik söylem yükseltilmemiş olsa da şunu biliyoruz ki her yıl Türkiye’nin en kazançlı firmaları sıralanırken en üst sıralarda bankalar yer alıyor halen. Üstelik bankalar ellerinde olmayan milyarlarca doları-TL’yi kredi olarak piyasalara dağıtıyor. En büyük sanayi kuruluşlarından çiftçiye, emekliye hatta öğrencilere değin toplumun hemen büyük bir kesimi borç tuzağına çekilmiş durumda. Tüketim toplumunu besleyen bir sistem koskoca bir ülkeyi yutuyor resmen. İş profesyonel futbol kulüplerini de içine alan korkunç bir karadelik olarak işliyor. Bu karadelikle çok boyutlu ve kararlı bir mücadele gerekirken hizmet sektörü ve turizm üzerinden piyasaları dinamik tutarak geliştirmek adına maalesef hükümet bu yolun önünü ardına kadar açtı. Kazanmadan harcayan, kazandığından çok daha fazlasını harcayan, önündeki on yılı, on beş yılı bankalara ipotek ederek lüks ve konforlu bir hayat sürme hayalleri kuran bir toplum inşa edildi.

Türkiye’nin pek çok cephede mücadele verdiği doğrudur. Emir eri gibi hareket etmediği, statükoya başkaldırdığı, askeri diktatörlükler ve küresel güçlerin dayatmalarına karşı halkların iradesine destek verdiği için cezalandırılmak istendiği de sır değil. Ancak yaşanan ekonomik darboğaz, TL’nin hızlı değer kaybı, işsizlikten belirsizliğe kadar uzanan tabloda Türkiye’nin yapısal sorunlarını hemen hiç konuşmamakta inat eden bir siyasal tutum toplumda ciddi bir rahatsızlık kaynağı olarak beliriyor. Hazine ve Maliye Bakanı henüz bir yılı ancak doldurmuşken yine “görevden affını” talep etmesinde bir tuhaflık yok mu? Merkez Bankası’nın atak yapan dolar-euro kuruna karşı elindeki imkânlar büyük oranda bitmiş durumdayken daha temkinli cümleler kurmak, daha fazla istişarenin önünü açmak faydalı olmaz mı acaba?

Finans yani ağırlıklı olarak bankacılık sektörünün Türkiye ekonomisini yönlendirdiği sistemin sıkı bir şekilde kontrol altına alınabilmesi için faizle mücadele ile enflasyonla ve işsizlikle mücadelenin, üretim ve ücret politikalarının, TL’nin değerini koruma yönündeki tedbirlerle kamu kaynaklarındaki israfın sistematik olarak engellenmesi eş zamanlı yürümek mecburiyetindedir. Zararın neresinden dönülürse kar sayılacaktır tabiatıyla lakin 2023’e doğru hiç sektirmeden işleyen kum saati anlamlı bir özeleştiriyi, merhametli bir kuşatıcılığı, akılcı bir kurmay kadro işleyişini mecbur kılmaktadır. Merkez Bankası üzerinden para politikalarını kağıt üzerinde belirlemek kolay olsa da piyasaları emri komutla tanzim etmek hiçbir ülke ve devlet için mümkün olmamaktadır. Siyaset ve hükümet önce iç çelişkileri temizlemek, kendisini tekzip etmeksizin tutarlı ve istikrarlı bir yol tutturmayı öncelemelidir elbette.  

İçeriği Paylaşabilirsiniz

Körfez’in yeni esintisi Türkiye’ye ne getirecek?

Sonra »

Türkiye model ve rota mı arıyor?