AK Parti tabanında azımsanamayacak oranda yaşanan kararsızlık ve küskünlük arasındaki sarkaç hadisesi hangi politikalar icra edilir ve nasıl bir yol haritası çıkarılırsa coşkulu bir kucaklaşmaya dönüşür acaba? Evet, 20 yıllık iktidar sürecinin getirdiği bütün yüklere rağmen AK Parti kendisine en yakın iki partinin toplamı kadar oy alıyor. Fakat başkanlık sistemi %50+1’i icap ettirdiği için AK Parti açısından MHP’yle birlikte ilk turda %50’yi rahat rahat aşacak bir destek iklimi oluşmadıkça gerilimin yükselmesi kaçınılmaz gözüküyor.
Artık kimi iyiden iyiye psikolojik harp silahına dönüşen kimi “parayı veren düdüğü çalar” mantığıyla hareket eden kamuoyu araştırma şirketlerine hemen hiç itibar edilmiyor. Lakin hayat pahalılığı (enflasyon) ve geçim sorunu, artan işsizlik rakamları, gayrı menkul fiyatları ve kiralardaki dudak uçuklatan artışlar toplum nezdinde kabaran öfkenin hızla arttırdığına dair şüpheye mahal bırakmıyor.
Finale Az Kalmış; Katılan Kazanacakmış
Takip edenlerin gördüğü üzere CHP lideri “finale az kaldı, Türkiye değişime hazır, bize katılın” gibi son derece iddialı söylemlerle meydanları tutmaya çalışıyor. Hatta İYİ Parti gibi “Adaletle özgürleşen Türkiye; Az kaldı” gibi reklam filmleriyle şimdiden zafer ilan edenler de var. Peki, adalet, doğruluk ve iyilik namına hangi somut adım atılıyor?
Kılıçdaroğlu cephesinde helalleşmek için ceketler çıkarılıyor, beyaz gömleklerin kolları sıvanıyor filan da iş yine “ırkçı değiliz, ırkçılığa karşıyız” söylemleri arasında Ata/Türkçülerin kutsal vatan sevgisine, mübarek sınır muhafızlığına dayanıp yabancı düşmanlığını tırmandırmaktan bir milim olsun öteye geçemiyor. Akşener cephesi ise Sözcü Gazetesi yazarı Saygı Öztürk ile SADAT üzerinden saçma sapan polisiye öyküler yazmakla meşgul. Konya ve Tokat’ta güya silahlı kamplar olduğuna dair resim ve videolar görmüş lakin “herhangi bir somut bilgiye sahip değilim” diyerek uydurduğu provokasyonun içinden sıyrılmaya çalışıyor. Mültecilere dair yalan veya çarpıtılmış bilgilerle kamuoyunu kışkırtan, mültecileri sınır dışı ederek bütün ülkeyi refaha ve huzura kavuşturmayı vaad etmekten öteye geçmeden her nasılsa iktidara koşuyorlar!
İsterseniz Prof. Dr. Hilmi Özden’in “çok önemli” makalesinden Yeniçağ Gazetesi’nde Arslan Bulut’un da köşesine taşıdığı iki paragrafı şuraya alarak akademi ve medyadaki akıl ve mantık, idrak ve ufuk meselesinin ne düzeyde seyrettiği hakkında sizler de doğrudan kanaat sahibi olun. Prof. Dr. Hilmi Özden hocamız büyük bir hikmet ve eşi benzeri bulunmaz bir stratejik dehayla şu iki konuya dikkatimizi çekmektedir: “Şanlı Türk Ordusu ve Türk güvenlik güçleri 20-30 yıl sonra nasıl bir tablo sergileyecektir? Yüzde olarak subayları, askerleri, polisleri; Uzak Doğulu, Çinli, Afgan (Peştun), Arap, Afrikalı, vd. halklarla beraber bir mozaik mi oluşturacaktır?”
“20-30 yıl sonra Türkiye’yi nasıl bir Adliye beklemektedir? Savcı Afgan yahut Çinli, hâkim Arap yahut Brezilyalı, avukat Afrikalı yahut Fransız mı olacaktır? Bu hakikatle Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, TBMM vd. kurumlar değerlendirildiğinde bu tablonun altından Türkiye kalkamayacaktır.”
[Görüldüğü üzere] Yeniçağ’daki seviyeyle Cumhuriyet veya Sözcü’deki seviye ve mantık neredeyse birbirinin kopyası mesabesinde. Siyasetçilerin meydanlarda, esnaf ziyaretlerinde, parti grup meclisinde yatıkları konuşmalarla sıfatı akademisyen, gazeteci, kamuoyu araştırmacısı vs. olan ırkçı eğilimli, yabancı düşmanlığıyla maruf seküler-ulusalcı tiplerin söylemleri aynı paralelde ilerliyor.
Şapşallık ve Vicdansızlıkla Mücadele Konsepti
Bu şapşalca söylemlere bakacak olursak “Türkiye süratle Türksüzleştirilecek” ve “Türkiye’de ordu, emniyet ve yargı başta olmak üzere devlet ve ülke bütünüyle yabancılara teslim edilecek”. Tabii hemen akabinde bütün bir Türkiye muhacir konumuna düşürülecek ve göç yollarına düşecek gibi absürt ötesi, bütün akli melekeleri felç eden ırkçı-faşist bir kıyamet senaryosuna doğru sürükleniyor. Çinli subay, Peştun polis, Arap jandarma, Afgan savcı, Brezilyalı hâkim… Beyin yakan, vicdanları taşlaştıran şapşallıkları hiç utanıp sıkılmadan kamuoyuna deklare eden bu tipleri Bakırköy veya Erenköy’e kapatmadığı için elbette Sağlık Bakanlığı görevini ihmal ediyor.
Esasen bu akıl ve mantık dışı, ahlak ve hukukun temel prensiplerini bile isteye çiğneyen siyasal söylemlerle fazlaca meşgul olmakta bir fayda yok. Toplumu bu faşist söylemlere, bu barbarca kâbuslara iten iklim nasıl yok edilecek, asıl mesele budur. AK Parti, Atatürkçü olduğu için, diğer partilerden daha çok Atatürk ilkelerine bağlı olduğu için girdiği her seçimden zaferle çıkmadı. Bilakis Atatürkçü siyaset tarzı ve Kemalist oligarşiyle çarpıştığı için halkın teveccüh ve desteğini kazandı AK Parti. 28 Şubat’tan 27 Nisan e-muhtıra sürecine uzanan oradan 15 Temmuz’la tamamlanmak istenen darbe süreçleri esas itibariyle hadım edilmiş bir Türkiye metaforuna yapılan başkaldırıyı ezme harekâtıydı.
İster AK Partiye oy vermiş olsun isterse AK Parti’ye hiç oy vermemiş olsun toplumun kahir ekseriyeti AK Parti’den Atatürkçülük veya Kemalizm talep etmiyor. Toplumun asli beklentisi adalet duygusunun tatmin edilmesidir. Siyaset, devlet, bürokrasi veya yerel yönetimlerde eş-dost akraba kayırmacılığının bitirilmesidir asıl öncelik. Sözde değil özde adaletin ve merhametin tesisidir. Hayat pahalılığı, geçim zorluğu, işsizlik, geleceğe dair belirsizlik karşısında siyaset, bürokrasi ve devlet nezdinde israf, gösteriş ve ayrımcılığın sürüp gitmesidir asıl yaralayıcı olan. Belayı PKK ve FETÖ ile eşitleyince, bütün sıkıntıların kaynağı olarak dışarıyı-ötekini işaretleyince diğer kronik sorunlar ve sebep olduğu çürümeler unutuldu. Fakat bu unutmanın bedeli giderek ağırlaşıyor.
Basit, çirkin ve provokatif söylemlerle dahi mücadele edemeyecek kadar zayıflayan birikim, tecrübe ve ufkun yeniden ayağa kaldırılabilmesi için güçlü bir devrimci dalgaya ihtiyaç var. Basit revizyonlarla, vitrin düzenlemeleriyle, devşirme söylem ve tiplerle Ata/Türkçülük kulvarına yanaşarak, kazanç ve hayat tarzı olarak geniş kitlelerle makası açarak elde edildiği sanılanlardan çok daha fazlası elden kayıp gidebilir. Adaletin ikame edildiği bir ülkede hiçbir halk resmi ideoloji de ulu önder de aramaz, sormaz. Siyaset eksik olanı telafi etmek için önce doğru teşhis ve doğru tedavi yöntemini ortaya koymalıdır.