Moraran sadece YARSAV değil!

12 Eylül referandumunun en kritik hususlarından biri olan HSYK’nın yapısı ile ilgili düzenleme 17 Ekim tarihinde hayata geçirildi.

Yaklaşık 12 bin hâkim ve savcının katılımı ile gerçekleşen seçimler sonuçları itibariyle yargı kastında ciddi bir sarsıntı yarattı. Yüksek yargıyı oluşturan ve hukuku resmi ideolojiye paspas yapan yüksek yargı kastının meslektaşları arasındaki itibarını ve güvenilirliğini ortaya koyan bir seçimdi.

Yargı bağımsızlığından hukuka, halka, siyasi iradeye kafa tutmayı anlayanların bağıra çağıra karşı çıktıkları seçim duvarına toslamalarına şahit olduk. Hukukun değil devletin, halkın değil ordunun, seçilmiş hükümetin değil Ergenekon türü cuntaların teminatı olmak üzere dava takip etmenin yüksek yargı sınıfına ne kadar itibar sağladığına herkes şahit oldu. YARSAV listesinden bir kişi olsun HSYK’ya giremediyse bu durum güçlü ama itibarsız bir sınıfın varlığına, güçlü bir itirazın varlığına dikkat çeker.

Aslında YARSAV sadece YARSAV’dan ibaret değildi. Özellikle Yargıtay ve Danıştay’da üslenmiş darbe anayasasına uygun bir işleyişi teminat altına almaya çalışan hakim ve savcıların bir şebekesi olarak konuşlanmıştı. Son birkaç yılda öne çıkarılan YARSAV kimler adına ne istiyor veya neye karşı çıkıyordu? Bu sorunun kısa vadeli cevabı 12 Eylül anayasasının oylanacağı referandumda kimin nerede ve ne adına durduğuna bakınca net olarak görülecektir.

“AK Parti hükümeti yargıyı ele geçirmek istiyor, yargıyı ele geçirecekler, bağımsız yargıya tuzak kuruyorlar” tarzı söylemlerin yabancısı değiliz. CHP’den MHP’ye, TÜSİAD’dan DİSK’e, merkez medyadan devrimci kılıklı sol/sosyalistlere kadar “hayır cephesi” olarak saf tutanlar da YARSAV ile birlikte diskalifiye olmuşlardır 17 Ekim seçimlerinde. Kimileri laiklik, kimileri Türkçülük, kimileri küresel sermayeye karşı durmak, kimileri de aydınlanma/ilericilik adına “hayır cephesi”ne malzeme taşırken aslında elbirliğiyle Kemalist yargıyı tahkim etme yarışına giriyorlardı.

Toplum nezdinde itibarı yerlerde sürünen yüksek yargı bürokrasisinin ve mantığının yargı tabanında da ne kadar itibarlı olduğu tescillenmiş oldu böylece. Sürekli hesap sormak üzere koşullanmış olanların HSYK seçimleri ile birlikte hesap veremedikleri daha bir netleşti. Yargı kararlarına “Türk Milleti” adına imza atmakla propaganda ettikleri kendinden menkul toplumsal meşruiyet zırhı iyice parçalanmış oldu. Sadece hukuksuzlukları değil aynı zamanda tabansızlıkları da kayıt altına alındı.

17 Ekim tarihli HSYK seçimlerinde sadece Emine Ülker Tarhan değil Kemal Kılıçdaroğlu da mağlup olmuştur. Aynı şekilde Ö. Faruk Eminağaoğlu gibi Devlet Bahçeli de kaybedenler arasındadır. 28 Şubat’ın Demirel’i, Sezer’i de kaybetti. Sabih Kanadoğlu, Osman Paksüt, Abdurrahman Yalçınkaya da yoldaşlarıyla beraber kaybetti.  İktidarı zulüm ve sömürü aracı olarak yargı adına devam ettirme mücadelesi geniş toplum kesimlerinde ve yargı camiasında meşru ve makbul kabul edilmedi.

Kamuoyunda yüksek yargının görüntüsü şu: Silahlı bürokrasinin emrine koşulmuş, brifing almaya hevesli, andıç ve muhtıraları temel metin kabul eden, cunta faaliyetlerini ve çetelerin kirli icraatlarını örtüp temize çıkarmaya endekslenmiş bir misyon. Her ne kadar yıllar yılı “vicdanı ile cüzdanı arasına sıkışmış yargı sınıfı” söylemiyle acındırıcı, sempatikleştirici bir amaç hedeflendiyse de durum başka türlüydü oysa. Yargı sınıfı öncelikle hukuk ile resmi ideoloji, halk ile cunta arasında hep birincinin aleyhine oldu. Hukukun paspas, halkın parya muamelesi gördüğü darbe süreçlerine yasal kılıflar hazırlayanlar kimlerdi?

Darbe yasalarını dahi sertleştirerek, keskinleştirerek, keyfileştirerek siyaseti ve toplumu boyunduruk altına alanlar Nazi Almanyası’ndan mı, Mussollini İtalyası’ndan mı miras kalmışlardı acaba? Hayır tabii ki. Tek Parti dönemi özlemi ile yanıp tutuşanların maharetiydi olup bitenler. Mustafa Kemal’den başka önder, İsmet İnönü’den başka selef kabul etmeyenlerin hukukundan, kanunundan başkaca ne gibi bir iş beklenebilirdi ki zaten.

Seçimler Tek Parti yönetiminin zorbalığını bitirdiği gibi, HSYK’nın yargı üzerindeki zorbalığını da bitirdi. Milleti temsil, hukuku icra, emniyeti temin vs. söylemleri bir seçim süreci ile tuz-buz oldu. Seçimlerde sadece YARSAV listesi kaybetmedi, onları halkın üzerine sürenlerin tamamı kaybetti.

Ekonomik istikrar adına darbe anayasasının arkasında kapı gibi duran TÜSİAD kaybetmedi mi? “Referandumla AKP yargıyı ele geçirmek istiyor” deyip herkes gibi ülkücüleri de işkenceden geçiren 12 Eylül yargısının koruyuculuğuna soyunan MHP kaybetmedi mi? “Darbe anayasasına da gericilerin anayasasına da hayır” deyip sözde ‘statükoya isyan çeken’ ilerici-aydınlanmış sosyalistlerin kaybetmediğini söyleyebilir miyiz? Devletin öz sahibi CHP ve Kemalizmin teminatı TSK’nın kaybedip kaybetmediğini ben söylemeyeyim bari.

Birilerinin sadece hayalleri değil dünyaları morardı. Ultra çağdaş, süper laik, son model aydınlanmış Türkiye ütopyacılarının hepsi birden morardı.

Moraranların farkında mısınız?

Not: Bu Makale Yeni Akit Gazetesinde de Yayınlanmıştır

İçeriği Paylaşabilirsiniz

Kapıkulu Akademisyenler ve Sosyalistler

Sonra »

Çocuklar da mı kamu/devlet malı?

Leave a comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir