‘Modern Pranga’ya Dönüşen Zorunlu Eğitim

Geçtiğimiz hafta toplanan 18. Milli Eğitim Şurası’nda “2023 Vizyonu” çerçevesinde 220 civarında karar alındı. Bakan Nimet Çubukçu Şura’nın kapanış konuşmasında bilgi temelli bir toplum için insan kaynaklarını geliştirme ve iletişim kaynaklarını yaygınlaştırma meselesinden farkındalık, etkin katılım ve görev sorumluluğu yaratmaya kadar stratejik hedefleri gerçekleştirmek istediklerini ifade etti.

Bir hafta süren Şura’nın tavsiye niteliğinde almış olduğu kararlardan her birini tartışmak gerekir ancak zorunlu eğitimin 13 yıla çıkarılması yönünde alınan karar üzerinde dikkatlice durmak gerekir.

Zorunlu fakat kesintili olması öngörülen 13 yıllık eğitimin1+4+4+4 şeklinde tanzim edilmesi yönünde kanaatler belirtildi. Kesintisiz 8 yıllık eğitim konusunun 28 Şubat darbe döneminin bir dayatması olduğu vurgulandı. Hassaten zorunlu eğitime değil kesintisiz olmasına yönelik itirazlar yükseltildi.

Şura, sendikalar veya uzmanlar-akademisyenler arası rekabetin doğal olarak siyasi kimliklerin pedagojik formasyona yaklaşımda da belirleyici olduğunu teyid etti. Eğitim şart, eğitimsiz olmaz, eğitim standartları yükseltilsin vs. gibi klişe söylemlerle anlaşılan şey eğitime ayrılan ödenekten başlayıp sınıf ve okulların teknik donanımına, öğrencilerin sınıf geçme standartlarından öğretmenlerin alacağı ek ders ücretlerine kadar bir dizi konuya odaklanıyor.

Odak kayması olarak niteleyebileceğimiz bu durum eğitimin öznesi olan çocuklara nasıl bakıldığının da bir resmidir. Çocukların kişiliği ve geleceği üzerinde ipotek koyarcasına çizilen bu strateji ile yabancılaşma kaçınılmazdır. Bugün cevabı aranması gereken soru eğitimin kaç yıl ve hangi teknik araçlar eliyle sürdürüleceği olmamalıdır. Neden eğitim zorunlu ve neden bütün bir toplum tek tipleştirici bir cendereye mahkûm ediliyor? Şöyle bir soru teknik arayışlardan daha mı önemsizdir: İnsan iradesini ve inancını devletin resmi görüşü doğrultusunda zorunlu eğitin sürecine mahkûm edilmesi zulüm değil midir?

Okullara ve sınıflara verilen tek tip dizaynlar kadar öğretmen ve öğrencilere biçilen tek tip misyonların da ortaya çıkardığı acı sonuçlarıyla beraber kritik edilmesi gerekiyor. Her sabah okunan andlarla start verilen eğitimin boğucu atmosferi bütün normal insanları bir zaman sonra gerçeklik algısının dışına itecek resimler, yazılar, büstler ve özel köşelerle kuşatıyor. Özellikle Türkçe, edebiyat, tarih, coğrafya gibi derslerde kendini daha yoğun bir biçimde hissettiren bu kısırlaştırılmış müfredatla öğrencinin zihinsel ve psikolojik olarak iradesi felç ediliyor. Çünkü Milli Eğitim Temel Kanunu ile belirlenen müfredatta doğru düşünme ve cesaretle sorgulama hedeflenmiyor. Ulusal kimliği ve duyguları pekiştirecek, statükonun devamından başkaca hiç bir alternatife yönelmeyecek bireylerin yetiştirilmesi esas kabul ediliyor.

Bilgi toplumu, gelişim, farkındalık vs gibi her ne kadar kulağa hoş gelen kavramlarla süslü cümleler kuruluyorsa da mevcut sorunlara cesaretle parmak basılamıyor. Okulların ve müfredatın laik-Türkçü kuşatma altından kurtarılması konusunda bir girişim olacak mı? Yoksa teknik atılımlarda yeniliklere evet ideolojik statükoya dokunulamaz mı deniliyor?

Kemalist öğretilerin daha yoğun işlenmesine hız verilirken öğrencilerin dini ve etnik kimliklerine şiddetle karşı mı çıkılacak? İdeolojik şartlandırma ve yönlendirmeler, aklı ve iradesi özgür şahsiyetleri topluma kazandırmaktan daha mı önemli ve önceliklidir? Bırakalım yabancı bir dili lise mezunu gençlerin kahir ekseriyeti bugün doğru düzgün Türkçe konuşmak ve yazmaktan mahrum ise çözümü zorunlu eğitimiz uzatılmasında mı aramak gerek?

Eğitim öğretimin süresinin uzaması ile niteliği arasında doğrudan bir ilişki yok oysa. Felsefi ve ahlaki bir arka plan olmadan kullanılan teknik donanım sadece ifsadı hızlandıracaktır. İnsanı değil okulu, doğru bilgiyi değil resmi ideolojiyi amaç edinen bir eğitim sistemi sadece vasıfsız ve işsiz yüz binler değil aynı zamanda kendiyle ve yaşadığı toplumla uyumsuz, huzursuz ve çatışmaya meyyal gençlerin kuluçka makinesi gibi çalışacaktır.

Eğitim öğretim meselesini ciddiyetle ve cesaretle ele almaksızın, sorunların kaynağına açıklıkla dikkat çekmeksizin yoluna girmez. Teknik tartışmalar ve öneriler meselenin sadece bir boyutunu çözmeye yarar. Fakat Türkiye’de eğitim öğretim sorunu teknik bir sorundan ibaret değildir.

Yaşadığımız sorunların arka planında resmi ideolojiye uygun bir toplum yaratma yönünde tecelli eden devlet politikası vardır. Bir devlet politikası ki birey ve toplumun iradesini, dini ve etnik kimliğini, siyasi ve kültürel tercihini zorunlu eğitim adı altında çiğnemeyi bir görev ve hak bilir. Değişmesi gereken, bu hastalıklı bakış açısıdır. Şura’da bu konular ‘es’ geçildi maalesef.

Zorunlu eğitimin modern bir prangaya dönüşmesine yönelik Şura’da ciddi bir itiraz yükselmedi ne yazık ki!

 

* Bu makale YENİ AKİT gazetesinin 7 Kasım 2010 tarihli nüshasında da yayınlanmıştır.

İçeriği Paylaşabilirsiniz

‘Genç Subaylar’ İçin Başörtülüden Kaçış Krokisi

Sonra »

Milli Güvenlik Dersi: Askerileştirilen Liseler

Leave a comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir