Şair-mütefekkir Sezai Karakoç’un 16 Kasım 2021 Salı günü Fatih Şehzadebaşı Camii’nde kılınan cenaze namazını takiben TV Net’in canlı yayınına katılarak Sezai Karakoç’un Türkiye’deki Müslümanların fikir dünyasına kazandırdıkları üzerine kısa bir değerlendirme yaptım.
TV Net muhabiri Mehmet Önder’in sorularına cevaben yaptığımız değerlendirmede şu cümleler öne çıktı:
“Sezai Karakoç Beyin vefatıyla Türkiye sadece büyük bir şairini kaybetmedi. Türkiye aynı zamanda büyük bir mütefekkirini, büyük bir ufuk insanını da kaybetti. Çünkü rahmetli Sezai Karakoç Türkiye’de, Türkçe edebiyatı İslam tarihiyle, medeniyet fikriyle, gençliği ahiret ufkuyla donatan bir fikir adamı olarak temayüz etti.
Burada Sezai Beyi birçok vasfıyla anabiliriz. Şiirlerinden, edebi metinlerinden örnekler verecek olsak saatler yetmez. Ancak o bir mücadele adamıydı, mücahede insanıydı. Sezai Bey inandığı dava için ömrünü vakfetmiş bir insandı.
Sezai Beyi en çok bir mücadeleye vakfedilmiş bir ömür, bir insan olarak anmak ve anlamak gerekir diye düşünüyorum. Çünkü Sezai Bey şiirini, edebiyatını, eserlerini, söylemini hiçbir surette bürokrasi veya siyasette yukarılara tırmanmak, şöhret bulmak veya paraya tahvil etmek için kullanmış bir insan değildi.
Münzevi Değildi, Bizzat Kavganın İçindeydi
Son derece mütevazı, gerçekten mütevekkil bir insandı. Ama (çokça) söylendiği gibi münzevi bir insan değildi. Daha önce kendisini defalarca Cağaloğlu’ndaki bürosunda ziyaret ettim. (Gördüğüm şuydu) kim gelirse gelsin kapısı sonuna kadar açıktı. Herkesle oturan, çay içen, sorularına muhakkak surette cevap veren, bilgileriyle aydınlatmaya çalışan, bildiğini aktarmaya gayret eden bir insandı.
Bu açıdan Sezai Beyi ciddi bir biçimde tefekkür etmek, eserleriyle tanışmak gerekir. Onun hayatı-biyografisi hakkında ciddi bir çalışma yapılması gerektiğini düşünüyorum. Biz bugün ifade edildiği gibi büyük bir şairi kaybettik, hakikaten böyledir. Ama bence en önemlisi Sezai Karakoç Türkiye’de İslami camiayı, Müslüman toplumu; İslam fikriyle, Kur’an fikriyle, (geniş) İslam coğrafyası fikriyle tanıştıran ve ufuklar açan, onlara fikir ve perspektif, muhakeme ve muhasebe yeteneği kazandıran bir isimdi. Bu boyutuyla Allah (kendisinden) razı olsun, 1950’lerden itibaren Türkiye’deki İslamcılık düşüncesini lokomotif olarak ilerletmiş bir insan olarak görüyoruz onu. Çünkü düşünün ki 60-70 yıl boyunca bir kavganın içinde, önünde oluyorsunuz. Ve bu kavga zaman zaman mağlup oluyor, darbeler alıyor, itiliyor, tahkir ediliyor. Fakat buna rağmen Allah’tan ümidinizi kesmediğiniz gibi zafere muhakkak surette inanıyorsunuz. Hiçbir surette İslam’ın ve Müslümanların yenilmeyeceğine ilişkin beyanınızı dosta düşmana ilan ediyorsunuz.
Edebiyatı Tarihe ve Ufka Açılan Bir Şairdi
Rahmetli Sezai Karakoç, bütün bunlar ve daha fazlasıyla ümmetin kalbinde yer etmiş bir isimdi. Öyle ki İstanbul ve Diyarbakır’ın, İstanbul ve Kudüs’ün, İstanbul ve Mekke’nin, Medine’nin, Kahire’nin kardeş olduğunu ve bu kardeşliğin arasına asla sınırların, milliyetçi duyguların veya pasaportlar gibi modern engellerin girmeyeceğini, giremeyeceğini ifade etmiş (güzide) bir isimdi.
Bu boyutuyla baktığımızda Sezai Karakoç’u sadece bir edebiyatçı olarak görmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Çünkü o elbette usta bir edebiyatçıydı ama edebiyatı siyasete, tarihe, ufka açılan bir insandı.
Aynı zamanda çok boyutlu bir insandı. Örneğin Sezai Bey “İkinci Yeni”nin isimlerinden biri olarak anılır. İkinci Yeni’ye baktığımız zaman daha çok dünya hayatının zevklerine, kadına, şaraba şiirler yazıldığı görülür. Ama Sezai Bey’de bunlar yoktur. Rahmetli Sezai Bey bütün aşkını gerçekten ilahi anlamda teksif etmiş bir insandır. Ve bunu o kadar estetik bir biçimde yapmıştır ki insanların kalplerine, rüyalarına, özlemlerine öyle güzel mesajlar vermiştir ki; bu insanları öncelikle İslami bir yolun yolcusu yapmayı hedeflemiştir. Bu noktada Sezai Bey’i (her şeyden önce) bir fikir, bir mücadele, bir kavga adamı olarak anmak gerekir.
Az önce ifade ettiğimiz gibi Sezai Bey’in parada, pulda, şöhrette asla gözü yoktu. Herhangi bir ödül almanın, birileri tarafından taltif edilmenin beklentisi içinde de değildi. Beni şuraya davet etsinler, burada göstersinler gibi bir beklentisi yoktu. “Taş yerinde ağırdır” denildiği gibi, Sezai Bey her yerde ağır bir insandı. Ağırlığı, kişiliğinden ve karakterindendi. Kendisini Allah’tan başka kimseye borçlu hissetmiyordu. Allah’a olan borç ve kulluk duygusu bir noktada onu dünyanın türlü türlü nimetlerine karşı müdanasız kıldı. Şair ne demek? Şair işte bu demek. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) de etrafında şairler vardı. Ama o şairler şiirlerini, kelimelerini, kavramlarını, kıyaslarını aynı Sezai Bey gibi Allah yolunda seferber etmiş insanlardır.
Düşünce Dünyasını Şekillendiren Bir Pınar Gibiydi
Böyle olunca, Sezai Bey tabi ki çok değerli bir şairdir elbette. Ama onun “Mona Roza” şairi olarak anılmasının kendisine karşı büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki Türkiye’de laikliğin militan düzeyde seferbere edildiği ve İslam’ın duygusuyla, düşüncesiyle, sembolleriyle, değerleriyle, ibadetleriyle kamusal alandan tecrid edildiği ağır bir iklimde Sezai Bey çekinmeksizin “Kıyamet Aşısı”ndan bahsediyor. Ve “Diriliş Neslinin Amentüsü”nden bahsediyor.
Bakın bir “Asım’ın Nesli” vardır, bir de “Diriliş Nesli” vardır. Bu ikisi birbirini tamamlayan bir ütopya gibi görünebilir. Ben öyle düşünmüyorum. Türkiye’nin düşünce anlamıyla adeta çoraklaştırıldığı bir iklimde insanlar “Tarihin Yol Ağzında” kitabını okuyarak, “Gün Doğumu” üzerine şiirlerini okuyarak düşünce dünyasını şekillendirdiğini görüyoruz.
Her insanı kendi döneminde, kendi ikliminde değerlendirdiğimizde Sezai Bey çölde bir vaha gibidir. Ben 1988-92 arasında İstanbul Üniversitesi sosyoloji bölümünde okurken gençler için Sezai Bey bir pınar gibiydi. İnsanlar okudukları kitaplardan, makalelerden sorularını yanına alır giderler, cevaplarını alır dönerlerdi ve tekrar tekrar aynı şey olurdu. Kaldı ki ben geç bir dönem bile sayılırım. 60’lı ve 70’li yıllarda Sezai Bey bu şekildeydi. İnsanların fikri anlamda beslenmesi, ufuklarının açılması için, Türkiye ve İslam dünyasının geleceğine dair tasavvurlar elde etmek için ve kendilerine bir vazife ittihat etmek üzere ‘ne yapmalıyız?’ dendiğinde etrafta çok az sayıda insan vardı. Sezai Beyin fikir sistematiği ve hayatıyla olan uyumu çok önemliydi. Söylediğini yaşayan, yaşadığını da yazan bir insandı.”