Çözüm İrade İle Mümkündür!

Başörtüsü meselesinde nereye gelindiği, yoğunlaşan çözüm önerileri ve tartışmalara nasıl yaklaşılması gerektiği gibi sorularla son zamanlarda İslâmi camiada sıkça karşılaşılmakta.

Bugünlerde yaşananları özetle, yasak devam ettikçe yasakçıların daha fazla eridiğini, itibarsızlaştığını gösteren güçlü bir emare olarak değerlendirebiliriz. Başörtüsünü yasaklama, kamusal alandan dışlama ve açıkça itibarsızlaştırma siyasetinin merkez üssü TSK, artık düzmece olduğu her halinden belli “halkın en çok güvendiği kurum” anketlerini bir tarafa bırakmış, bugün kuvvet komutanlarını mahkemelerden kurtarmanın telaşına düşmüş durumda.

CHP ise adına siyaset yürüttüğü ordunun ve yüksek yargının yaşadığı güç kaybı ile kendini referandum sandığının önünde buldu. Kılıçdaroğlu’nun meydanlarda ve ekranlarda sorunun çözümünü uhdesine aldığını beyan etmesi kısmen AK Parti hükümetini köşeye sıkıştırmaya yönelik bir girişim olmakla birlikte, en temelde çözümsüzlüğün itiraf edilmesi anlamına gelmekteydi. Sistematik dayatma girişimlerine karşın başörtüsü yasağının fiilen geçersiz kılınması ve her alanda başörtülülerin giderek daha fazla görünür hale gelmesinin de CHP, TÜSİAD ve merkez medyada ciddi bir telaşa yol açması kaçınılmazdı. Nitekim bu kaygılarla adı geçen çevreler başörtüsünü sadece üniversitelerde serbest bırakacak kanuni bir düzenleme karşılığında diğer tüm alanlarda yasal olarak yasaklayacak düzenlemelerin peşine düştüler.

Başörtüsü yasağı Kemalizm’e endekslenmiş darbe yanlısı, sol, Alevi kesimler dışında hiçbir kesimde meşru kabul edilmedi. Bu ahlaksız dayatmaya karşı gösterilmesi gereken direnç istenilen ve gereken boyutlarda sergilenememekle birlikte yasağın kabullenilmesi gibi bir durum da asla olmadı ve bu zulüm gündemden hiç düşmedi. Başörtüsü yasağı ile ortaya çıkan tablo kanayan bir yara, susturulamayan bir çığlık gibiydi.

YÖK’ün İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne gönderdiği yazı ile başlayan tartışmalar çözüme yönelik psikolojik ve fiilî barikatları yıkma yönünde önemlidir. Ama YÖK’ün veya üniversite idaresinin tutumu kadar öğrencilerin ve İslâmi kamuoyunun ortaya koyacağı tavrın belirleyici olacağı unutulmamalıdır. AK Parti hükümetinin ısrarla CHP’nin çözümünü görmek istemesi bir yönüyle muhafazakâr refleksin bir yansıması olduğu kadar yasakçı-despot Kemalist yaklaşımları kamuoyunda daha fazla zayıflatma, kendi içinde çelişkiye, çatışmaya düşürme siyasetinin bir parçası olarak da görülebilir. Nitekim CHP’nin Pakistan, İran modeli örtünme önerilerini seslendirmesi bile yasakçıların akıldan, ahlaktan, hukuktan ne kadar yoksun olduklarının somut göstergesi olmuştur.

Gelinen noktada başörtüsü yasağının daha fazla sürdürülemeyeceğinin anlaşılması ile birlikte çözüm tartışmalarının geliştiği görülmelidir. Sorunun fiilî çözümü yeterli değildir elbette ki. Ancak Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın bu değişimleri yasal olarak teminat altına almaya yönelik her türlü girişimi sabote eden kararları biliniyor. Bu sebeple hem AYM’de hem de Danıştay’ın yapısında değişiklik yapılırken İslâmi ve etnik kimliğe ilişkin yasaklara mesnet teşkil eden anayasanın değiştirilmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez bölümleri başta olmak üzere köklü bir değişim gerekiyor.

Şu noktada net olmalıyız: Başörtüsü yasağının aklen, ahlaken ve kanunen meşru hiçbir dayanağı yoktur! Dolayısıyla yasakçıların gerekçesi ne olursa olsun durdukları yer, aldıkları tavır kesinlikle gayri meşrudur. Biz ise başörtüsü yasağını sürdüren her kim olursa olsun zulme karşı mücadele etmekle mükellefiz. Bu noktada yasağı fiilen geçersiz kılma çabalarına hız vermeli ve yasakçıları teşhir etme, kınama yolunda daha aktif olmalıyız.

Yasakçıları isimleriyle, resimleriyle, kurumlarıyla kamuoyuna teşhir etmeliyiz. Bir fişleme faaliyeti olarak değil bir zorbalığın, ahlaksızlığın, İslâm’a ve Müslümanlara savaş açan zorbaların kamuoyunda kirli yüzleriyle, karanlık vicdanlarıyla tanınması için gereklidir bu tavır. Yasakçıların Allah’tan korkusu yoktur ama kullardan biraz olsun utanması vardır belki.

Yasak bize ‘anormal insan’ muamelesi yapmak için var. Oysa anormal olan, tedaviye muhtaç olanlar Kemalizm, çağdaşlık, aydınlanma, ulusal kimlik vs. gibi zorba ideolojiler adına yasağı dayatanlardır. Kimsenin bizim inancımızı, kimliğimizi, tercihimizi hizaya çekme hakkının olmadığını yüksek sesle ilan etmeliyiz. Rektör, dekan, profesör, doçent, okutman vs. sadece bizlere öğrenimle alakalı bilgi ve tecrübe aktarabilirler. Resmi ideolojiye uygun birey ve toplum inşa etmek üzere askerlere, akademisyenlere ya da bir başka kesime vekâlet vermediğimizi ısrarla ifade edersek onlar da duracağı yeri bilirler.

 

Not: Bu makale 18 Ekim 2010 tarihli Yeni Akit gazetesinde de yayınlanmıştır.

İçeriği Paylaşabilirsiniz

‘Önleyici Vuruş’un Başarı Şansı Var mı?

Sonra »

Kapıkulu Akademisyenler ve Sosyalistler

Leave a comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir